Bugün Türkiye'nin siyasi ve toplumsal tarihine vurulan en ağır darbelerden birinin, 12 Eylül faşist darbesinin yıl dönümü. Tam 41 yıl önce bugün, devrimciler ve ilerici kamuoyu sayesinde toplumda yükselen özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadelesi ABD'nin organize ettiği bir darbeyle karşılık buldu.
Darbe sonrası; resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti, 50 kişi idam edildi, 1.683.000 kişi ise fişlendi. Gerçek rakamlar ise bunun çok çok üzerinde, yaşanan acı ise tarifsizdi.
Memleketi için güzel düşler kuran ve bu düşlerin peşinden azimle giden gencecik insanların hayatları, havaya inip kalkan ellerle çalındı. Demokrasinin askıya alındığı, hak ve hukukun yerini darbecilerin keyfiyetine bırakıldığı Türkiye Cumhuriyeti, uzun yıllar darbenin yaralarını sarmakla uğraştı.
12 Eylül'ün üzerinden geçen bu kadar zamana rağmen etkileri ise sürmektedir. Özellikle AKP iktidara geldiği günden bu yana, bu karanlık ruh hortlatılmıştır.
ABD'nin açıkça "bizim çocuklar yaptı" diyecek kadar azmettiricisi olduğu faşist darbe aracılığıyla laik cumhuriyetimize giydirilmek istenen Türk-İslam sentezi AKP eliyle 20 yıldır tekrar vatanımız üzerinde denenmektedir. Karşılaştırmalı örnekler üzerinden incelersek:
Her faşist darbe gibi 12 Eylül de toplumun solda duran, ilerici olan kesimi ve işçi sınıfını ezmek için dizayn edilmiştir. Sendikaları kapatan faşist generaller, patronlarla kahkahalı masalar kurmuş, yükselen kâr garantileri vermişlerdir. Bu emek düşmanı tablonun, 15 Temmuz'u bahane ederek ülkeyi bitmeyen bir OHAL sürecine sokan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın patronlara "Biz bu OHAL'i sizler için, grev yapılamasın diye ilan ediyoruz" demesinden farkı yoktur.
Tıpkı 12 Eylül sürecindeki gibi AKP döneminde de emek mücadelesinin olmazsa olmazı olan sendikalar hedeftedir. Sendikalar, iktidarca ele geçirilen yargı sopasıyla susturulmaya çalışılmakta, muhalif sendikaya üye olan yurttaşlar fişlenmekte ve mesleklerinde ilerlemeleri engellenmektedir. Anayasa'da güvence altında olan temel protesto hakları dahi keyfi olarak askıya alınmaktadır. Bilindiği üzere 12 Eylül darbecilerinin ilk kapattığı demokratik kitle örgütü Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) olmuş, 200 bin üyeli bu yasal örgüt kıyıma uğratılmıştır. 12 Eylül’de yaklaşık 25 bin TÖB-Der üyesi ve temsilci de çeşitli nedenlerden dolayı mesleklerini kaybetmiştir. Çok sayıda TÖB-DER üye ve yöneticisi 12 Eylül yasaları ile sürgün edilmiş, görevlerinden olmuşlardır. 3.854 öğretmen, 120 öğretim üyesinin görevine 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanununa dayanılarak son verilmiştir. AKP de, siyasi varlığını borçlu olduğu faşist darbe gibi toplumun ilerici kesimi olan öğretmenleri hedef almaktadır. Bugün okul yöneticilerinin bile yüzde 80'inden fazlası yandaş sendikaya üye olanlardan seçilmektedir. İlerici öğretmenler, muhalif sendikalara üye olan öğretmenler 2021'de bile keyfi disiplin cezalarına, sürgünlere maruz kalabilmektedir. Yandaş yöneticiler tarafından uygulanan mobbing ise maalesef mesleğin rutini haline gelmiştir. 15 Temmuz'dan sonra yaratılan OHAL sürecinde, muhalif bir kimliğe sahip olmaktan başka hiçbir suçu olmayan birçok eğitimci sorgusuz sualsiz meslekten kopartılmıştır. Tek fark: 12 Eylül öğretmeni susturmaya çalışırken, AKP istediğini söyletmeye uğraşmaktadır. Çünkü gerçek "faşizm, konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir." Dünyada bir Başöğretmen ünvanlı liderin kurduğu tek ülke olan Türkiye, artık AKP mitingine katılmayan öğretmenlere dair fişleme/cezalandırma listelerinin yapıldığı bir ülkedir.
Faşist general Kenan Evren'in darbesiyle oh çeken ve karanlık deliklerinden başlarını uzatan tarikatler de AKP döneminde altın çağlarını yaşamaktadır. Evren, din dersini zorunlu kılarken, AKP döneminde müfredat iyice gericileştirilmiş, boynuz kulağı geçmiştir. Evren döneminde yavaş yavaş STK muamelesi görmek için kolları sıvayan tarikatler, bugün vakıf/dernek adı altında okullarda cirit atmaktadır. Devlet yurdu açmayarak dolaylı olarak tarikat yurtlarına yönlendirilen bu ülkenin çocukları, yobazların insafına terk edilmiştir. Yani Evren'e ilk görüşmesinde "Ben sizin zamanınızda belediye başkanı olacaktım ki..." diyen Tayyip Erdoğan, eğitimde yaptıklarıyla bu sözünün hakkını vermiştir.
Elbette bu manidar benzerlikler sadece eğitim alanında değildir. 12 Eylül'ün istediği "çıt çıkarmayan tek tip insan" modeli, AKP eliyle daha da yoğun bir uğraşla var edilmek istenmektedir. 12 Eylül'de bile görülmemiş şekilde, ülkenin aydınları, gazetecileri, sözünü sakınmayan akademisyenleri akla aykırı davalara maruz kalmakta, hapse atılmaktadır. AKP'nin sözüyle çelişen her ifadenin "terörist" olmanın kanıtı sayıldığı, en ufak bir eleştiriye bile geçit verilmediği bu dönem, toplumsal yaşam açısından 12 Eylül'ün baskılarını çoktan geride bırakmıştır.
Ancak 12 Eylül'ün karanlık ruhu nasıl hala ülke üzerinde geziniyorsa, Deniz'lerin Mahir'lerin, hep 17 yaşında kalacak Erdal Eren'lerin de kararlılığı bizimledir! Avrupa ülkelerine dahi parmak ısırtacak kadar çağdaş ilkelerle kurulan bu Cumhuriyet'te, faşizmin sönümleneceği, eşitlik ve demokrasinin koparılamaz şekilde kök salacağı bir iklim, el birliğiyle elbet örülecektir!
Eğitim-İş olarak 12 Eylül faşist darbesini lanetliyor, bir daha 12 Eylül'lerin yaşanamayacağı kadar demokrasisi yerleşmiş bir ülke umuduna kararlılıkla sarılıyoruz.
Nasıl gerçek tarih, cellatları değil her zaman onların kıydığı aydınları yazdıysa, şairin dediği gibi "bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalacak bir de yarınlar için direnenler, biliyoruz!
MERKEZ YÖNETİM KURULU