12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “sözde Atatürkçü” generalleri tarafından “sivil yönetim”e müdahale edilmesiyle başlayan ve ortaya konan politikalar bağlamında devletin idari organlarının postal seslerinin gölgesinde yapılandırıldığı bir sürece girilmiştir. Yaklaşık dokuz yıl süren bu dönemde partiler feshedilmiş, birçok siyasi parti lideri gözaltına alınmış ve yargılanmıştır. Atatürk’ün büyük bir özveriyle Cumhuriyet değerleri üzerine kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, Türk Dil Kurumu ve Tarih Kurumu gibi çok sayıda kurumun kapatıldığı bu süreç, Atatürkçü düşüncenin en fazla zarar gördüğü, çok sayıda Atatürkçü aydın ve düşünürün zindanlara tıkılarak yıpratıldığı dönem olarak tarihe geçmiştir.
Yalnızca siyaseti ele geçirmekle kalmayan, yönetim politikalarında toplumsal muhalefeti ve eleştirileri de baskı altına alan bu darbe yönetimi, ABD’nin neoliberal politikalarına ivme kazandıracak bir araç olarak da kullanılmış ve desteklenmiştir. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi istikrarsızlığı, ekonomik sorunları ve işsizliği bahane edenler, toplumu devletin kuşattığı alanlarının sınırları içinde tutmak istemişlerdir. Bu yolla, Cumhuriyet döneminin kurucu felsefesindeki demokratik, laik ve halkın yönetimde söz sahibi olduğu anlayış ortadan kaldırılmış; siyasi partiler, işçi ve memur örgütleri gibi her türlü toplumsal örgütlenme baskı altına alınarak, toplum üzerinde bir apolitizasyon programı uygulanmıştır.
12 Eylül 1980 tarihinde, demokrasi, hukuk dışı arayışların ürünü olan ve ABD emperyalizminin kontrolünde gerçekleştirilen bu askeri darbe, ülkemizin aydınlık yüzü üzerinden buldozer gibi geçmiştir.
Faşist darbenin sonunda, 800.000 insanın gözaltına alındığı, 250.000 demokrat yurtsever insanımızın tutuklandığı bir süreç yaşanmıştır. Bunun sonucunda yurtsever, aydın demokrat, devrimci insanlarımızın bir bir işkencelerden geçirilmesi sonucunda, bir korku imparatorluğu oluşturulmuştur. Bu imparatorluğun oluşumuna yataklık eden sivil uzantılar, zaman içerisinde muhbirlik ve ispiyonculuklarının ödülünü almışlardır.
12 Eylül yönetimiyle uzlaşan Turgut Özal ve prensleri, iktidarın nimetlerinden yararlanmayı bilmişlerdir. O dönemde işbirliği yapanlar, bugün dahi hak edişlerinin karşılığını almaktadırlar.
İşbirlikçi sermaye çalışanlara karşı daha önce demokratik tepkilerden dolayı gerçekleştiremediği yasaları 12 Eylül karanlığında bir bir çıkarmıştır. 24 Ocak 1980 ekonomik kararları çalışanların daha da yoksullaşmasına neden olmuştu. Bu ekonomik kararlar dışında emeğin örgütlenmesini engelleyen bir dizi yasaklar getirilmişti. Bunun sonucunda o zamanın en büyük öğretmen örgütü olan TÖB-DER kapatılmış; üyeleri 1402 yasasıyla görevlerinden uzaklaştırılmıştı. Din dersi zorunlu hale getirilerek gerici iktidarlara ortam hazırlanmıştır. Üniversiteler, toplumsal ve siyasal ilişkiler açısından yalıtılmış; bilimsel bilginin üretildiği değil, eğitim politikalarının hükümetin güdümünde ve “milli güvenlik” kavramı çerçevesinde belirlendiği kurumlara dönüştürülmüştür.
12 Eylül’ün oluşturduğu korku düzeninin izleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bunların izlerinin silinmesinde herkese sorumluluk düşmektedir. Sözde demokrasi havarisi kesilenlerin öncelikle yapması gereken, darbeyi gerçekleştirenleri yargıya intikal ettirmektir.12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen anayasa değişikliği paketinde en büyük propagandayı 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanacağı üzerinden yapan AKP iktidarı, bugüne kadar bu vaadini gerçekleştirmemiştir. Görülen o ki; ABD den izin alınmadan bunları gerçekleştirecek siyasi irade henüz ülkemizde oluşmamıştır. Unutulmasın ki, demokrasi konusunda samimi olanların gerçek açılımı, önce 12 Eylül sorumlularını ve destekçilerini yargılamaktan geçer.
12 Eylül 2010 referandumunda anayasada yapılan değişikliklerin halkı aldatmaya yönelik olduğu daha bir yıl geçmeden anlaşılmıştır. Demokrasimiz önünde asıl engel teşkil eden YÖK, zorunlu din dersi, seçimlerde uygulanan yüzde 10 barajı, partiler yasası, daha yüzlerce yasa ve hukuk dışı uygulama, bugün hala varlığını korumaktadır.
12 Eylül faşist yönetiminin oluşmasına neden olanları şiddetle kınıyoruz. Demokrasi ve hukuk dışı arayışların hiçbir dönem çözüm olamayacağı inancındayız. Darbenin kirli ilişkileriyle bugün önemli görevlerde bulunanların da gerçek yüzlerinin ortaya konulması, kamuoyu vicdanında yaraların sarılmasında önemli rol oynayacaktır.
Veli DEMİR
Genel Başkan