Milli eğitimde 2009-2010 öğretim yılı da var olan sorunların katlanarak artmasıyla sonuçlanmıştır. Öğretmen yetiştirme ve atamalarının yapılması sorunları başta olmak üzere, yetersiz bir bütçe, laik ve bilimsel eğitimi dışlayan kalitesiz kitaplar ve niteliksiz programlar, eğitim binaları ile eğitim ortamlarındaki eksiklikler ve yetersizlikler, okullarda ve kurumlarda gerici kadrolaşma, partizanlık, okulların ticarethaneye dönüştürülmesi, velilerin ve öğrencilerin müşteri olarak görülmesi, eğitimde özelleştirme ve dinselleştirme, çağdaşlıktan uzaklaşma, öğretmenlerin ve eğitim çalışanlarının özlük ve ekonomik sorunları… Saymakla bitecek gibi değil. Milli eğitim değil, sanki sorunlar piramidi. Sorunlar her geçen gün biraz daha anıtlaşmış. AKP iktidarı da o sorunlar anıtının önünde saygı duruşu yapmaktan başka hiçbir gayret göstermiyor. Sadece seyrediyor ve sorunların büyümesine, daha da karmaşık hale gelmesine katkı sunuyor.
Liyakatsiz, bilgisiz ve beceriksiz kadrolar, sırf hükümet yanlısı oldukları için yönetici olarak atanmaktadırlar. “Bizden olanlar ve olmayanlar” ayrımı keskinleşmiş, gerici kadrolar uygun olmayan kayırmacı bir şekilde önemli görevlere getirilmektedir. Eyyamcı ve cumhuriyet karşıtı bu kadroların bilimsel, laik, çağdaş bir eğitimi gerçekleştirmeleri beklenemez.
Türkiye’de 2009 yılı itibariyle eğitim sürecinde olması gereken nüfusun belli bir bölümü eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Eğitimde fırsat eşitliği anayasal ve insani bir hak olmasına karşın tamamen ortadan kalkmıştır. Eğitimin önde gelen sorunlarından birisi olan okullaşmadaki eksiklikler, hala çözülmemiş olarak ortada durmaktadır. Okullaşma oranına Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2009 rakamları açısından bakıldığında, tablonun hiç de iç açıcı olmadığı görülmektedir. 21.yüzyılda eğitim ortalamamız hala ilköğretim 4.sınıf düzeylerinde seyretmektedir. Bilgi çağında bu durum, ulus olarak alnımızda kara bir lekedir. Bu şekilde kalkınmamızı ve çağdaşlaşmamızı tamamlayarak uygarlık düzeyinin üzerine çıkma hedefini asla yakalayamayız.
Kadrolu, sözleşmeli, ücretli ve vekil olmak üzere dört farklı şekilde öğretmen istihdam etmeye çalışan Milli Eğitim Bakanlığı mevsimlik işçi atar gibi öğretmen ataması yapmakta, böylece eğitimin kalitesini düşürmektedir. Sayın bakanımız Nimet ÇUBUKÇU da sözleşmeli öğretmen atamasına son verileceğini belirtmesine karşın sözünü tutmamıştır. Yapılan açıklamaya göre 25.000 öğretmen ataması yapılacağı ifade edilmektedir. Atanamayan yüz binlerce öğretmen yıllardır atama beklemektedirler.
Şu anda ülkemizde 157 bin civarında öğretmen açığı bulunmaktadır. KPSS’ye girmiş 340 bin öğretmen adayı atama beklemektedir. Bu öğretmen adayları açlık grevi de dahil çeşitli yolları deneyerek seslerini duyurmaya çalışmışlar, ama nedense bakanlık onların seslerine kulaklarını tıkamıştır. Bu durum, eğitim alanında olduğu kadar toplumsal bir sorun haline gelmiş, işsizlik sorununun da bir parçasını oluşturmuştur. İntiharlara varan sorunlar yaşanmaktadır. Ayrıca sözleşmeli ve ücretli atanan öğretmenlere köle muamelesi yapılmakta, özlük hakları, ekonomik ve sosyal haklarıyla ilgili olarak önemli sorunlar yaşamaktadırlar.
Okullarımızın öğretmen gereksinimini karşılayamayan hükümetin ders programları niteliksiz, politik amaçlarla dağıttığı kitaplar da kalitesiz ve içerik yönünden yetersizdir. Bu da öğrenciyi ek kaynağa yöneltiyor. Maliyeti 100 lirayı bulan ek kaynaklar, zaten ekonomik sıkıntı içinde olan veliyi büsbütün zora sokuyor. Böylece devlet adına hükümetin propaganda amacıyla dağıttığı kitaplar, işlevsiz hale gelmekte ve devlet bütçesinden gereksiz harcamaya neden olmaktadır. Hükümet, kendi propagandasını çocuklarımızın kitapları üzerinden yapmaktan derhal vazgeçmeli, ücretsiz kitap dağıtacaksa başka bir ek kaynağa gereksinim duyulmayacak nitelikte kitaplar bastırmalıdır.
Milli eğitim özelleştirilmekte ve ticarileştirilmektedir. Her alanda olduğu gibi eğitimde de siyaset-ticaret-tarikat üçlemesi eğitimi özelleştirmede işbirliği içinde çalışmasını sürdürmektedir. Yurtlar, dershaneler, özel okullar tarikatların kontrolüne verilmekte, tarihi değeri olan, kentlerin önemli semtlerinde yer alan okullarımız ve kurumlarımız AKP yandaşı rantçı sermayeye peşkeş çekilmekte, siyaseti temsil eden hükümette hem siyasi, hem de ekonomik rant sağlamaktadır.
Ayrıca okullarımız ticarethanelere dönüştürülmüş, velilerimiz ve öğrencilerimiz müşteri, öğretmenler ve yöneticiler de tahsildar konumuna düşürülmüştür. Okullarımız Okul-Aile Birlikleriyle yönetilen işletmelere dönüştürülmüştür. 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Yasası işletilmeli, ilköğretim okullarına yeterli ödenek sağlanmalı, velilerin ve öğrencilerin küçük düşürülmesine, aşağılanmasına son verilmelidir.
Yusuf Ziya ÖZCAN’ın başında bulunduğu YÖK ise, üniversitelerimizi bilim üreten kurumlar olmaktan çıkarmış, adeta medreseleşmelerini sağlamak için uğraşı veren, bu nedenle sürekli yargıyı yok sayan, hukuku arkadan dolanan bir mekanizma haline gelmiştir. YÖK yöneticileri ve birçok üniversite rektörü, Türkiye Cumhuriyetine değil, AKP iktidarına, tarikat ve cemaatlere hizmet yarışına girmişlerdir. Türban ve katsayıya odaklanan bir çalışma ve uygulama stratejisi sürdürmektedirler. YÖK, hukuka karşı hile, bilime karşı hurafe üreten bir merkeze dönüşmüştür.
Kalkınma ve çağdaşlaşmanın temelini oluşturan eğitim, geleceğimizin, ülkemizin, cumhuriyetimizin güvencesidir. Halkımızın, sendikalarımızın, üniversitelerimizin, bakanlığımızın gelecek nesillere olan sorumlulukları vardır. Bu sorumluluğun gereği olarak ulusal eğitimimize ve onun sorunlarına sahip çıkmak zorundayız.
Bu duygular ve düşüncelerle öğrencilerimize iyi bir tatil, üniversite sınavına girecek öğrencilerimize başarılar diliyoruz. Her koşulda özveriyle çalışan öğretmenlerimize ve eğitim çalışanlarımıza teşekkür ediyoruz.
Genel Merkez Yönetim Kurulu