Bugün, Cumhuriyet tarihimizin en büyük felaketlerinden biri olan 6 Şubat depremlerinin ikinci yıl dönümü. Üzerinden tam iki yıl geçmiş olmasına rağmen, bu büyük acının yarattığı travma hala ilk günkü kadar taze. Kaybettiğimiz on binlerce insanın anısı, geride kalanların yaşadığı derin yıkım ve hala çözülemeyen temel sorunlar, bu felaketin sadece doğal bir afet değil, aynı zamanda ağır ihmallerin ve yanlış politikaların bir sonucu olduğunu gösteriyor.
6 Şubat, bizlere bir kez daha rant odaklı kentleşmenin, denetimsizliğin, liyakatsiz yönetimin ve siyasi çıkar uğruna dağıtılan imar aflarının nasıl bir felakete yol açabileceğini gösterdi. Depreme dayanıklı yapıların zorunluluk olduğu bir ülkede, kaçak yapılaşmanın, eksik denetimlerin ve yetersiz müdahalelerin binlerce insanı göz göre göre ölüme sürüklediğini gördük. Oysa ki, benzer büyüklükteki depremlerin gelişmiş ülkelerde çok daha az kayıpla atlatılabildiğine defalarca tanık olduk. Bu yüzden, 6 Şubat depremlerini yalnızca “kader” ile açıklamak mümkün değildir; bu felaket, yıllardır süregelen yanlış yönetimlerin ve denetimsizliklerin acı bir sonucudur.
Üstelik, yalnızca depremin kendisi değil, sonrasında yaşananlar da unutulmaz bir ibret vesikasıdır. Afet sonrası müdahalede yaşanan gecikmeler, koordinasyonsuzluk, temel yardımlara ulaşamayan insanlar, çadır ve konteynerlerin karaborsaya düştüğü iddiaları, yurttaşların yardımları organize etmek yerine engellendiği durumlar... Tüm bunlar, halkın devlete güvenini sarsan, unutulmayacak hatalardır. Deprem vergilerinin akıbeti hala büyük bir soru işareti olarak dururken, felaket sonrası yönetim sürecinde de ayrımcılık, kayırmacılık ve ihmalkarlık derin yaralar açmıştır.
Depremden etkilenen illerde en büyük sorunlardan biri eğitimdir. Binlerce öğrencinin eğitime erişimi hala büyük ölçüde aksamakta, kalıcı çözümler üretilmemektedir. Depremden sonra verilen sözlerin büyük kısmı tutulmamış, eğitime dair sorunlar giderek derinleşmiştir.
2024-2025 eğitim öğretim yılına girerken dahi birçok bölgede öğrenciler çadırlarda ve konteynerlerde eğitim görmek zorunda kalmıştır. Yıkılan okulların yerine yenileri hala inşa edilmemiş, bazı bölgelerde birleştirilmiş sınıflarla eğitim verilmeye çalışılmaktadır. Öğrenciler, sağlıklı ve güvenli bir eğitim ortamına sahip olmadan, kalabalık sınıflarda, yetersiz kaynaklarla öğrenim görmek zorunda bırakılmıştır. Taşımalı eğitim sistemine mahkum edilen binlerce öğrenci, kilometrelerce yol giderek eğitimlerine devam etmeye çalışmaktadır.
Yetkililerin "hayat normale döndü" söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. Deprem bölgesinde eğitim, bırakın normale dönmeyi, her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Yetersiz altyapı ve kaynaklarla, yüz binlerce öğrenci, en temel hakları olan eğitime erişimde büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
Depremin üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen, birçok temel sorun çözülmemiştir. Barınma, sağlık, ulaşım, istihdam gibi konular büyük bir çıkmaz içindedir. Geçici barınma alanlarında yaşamaya mahkum edilen insanlarımız, iktidarın seçim dönemlerinde verdiği sözlerin tutulmadığını her gün deneyimlemektedir.
Depremzedelerin en büyük beklentisi olan adalet ise hala yerini bulmuş değildir. Yıkılan binalarla ilgili açılan davalar çoğunlukla müteahhitler ve küçük ölçekli sorumlularla sınırlı kalmış, daha büyük sorumluluk taşıyan yöneticiler hakkında ciddi bir hesaplaşma gerçekleşmemiştir.
Bütün bu gerçekler, 6 Şubat’ın sadece bir doğal afet olmadığını, aynı zamanda toplumsal hafızamızda derin izler bırakmış bir yönetim krizi olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bugün, kaybettiğimiz binlerce insanı anarken, yalnızca yas tutmakla kalmamalı, gelecekte benzer felaketlerin yaşanmaması için daha sorumlu, şeffaf ve liyakat esaslı bir yönetim talep etmeliyiz. Çünkü deprem değil, ihmaller öldürür.