“Barınamıyoruz, Geçinemiyoruz, Yaşamıyoruz” başlığı ile başlattığımız eylemlilik sürecinde bugün Van ve Tekirdağ'da Bölge Eylemleri gerçekleştirdik. Genel Başkanımız Kadem Özbay, Genel Mali Sekreterimiz Hüseyin Selçuk, Genel Örgütlenme Sekreterimiz İlhan Yaşar, Genel Basın Yayın ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Emine Çalık, Van’da; Genel Sekreterimiz Cengiz Sarıyer, Genel Özlük Hukuk Sekreterimiz Orhan Yıldırım, Genel Eğitim Sekreterimiz Suat Özkolay Tekirdağ bölge eylemlerine katıldı.
Genel Başkanımız Kadem Özbay'ın Van Bölge Eyleminde yaptığı konuşma:
Bizler geleceğin mimarı, eğitimin asli unsuru eğitim emekçileriyiz. Birilerinin hiç dilinden düşürmediği o Yeni Türkiye’nin görmezden gelinenleri, sefalete itilenleri, itibarı ve hakları yok sayılanlarız. Ve bugün, bıçağın kemiğe dayanmakla kalmadığını artık kesmeye başladığını haykırmak, “geçinemiyoruz, barınamıyoruz, yaşayamıyoruz” demek için buradayız. İktidarın öncelikleri ile ülkenin ve yurttaşların ihtiyaçları arasındaki makas her geçen gün açılmaktadır.
Göz göre göre ekonomik buhrana sürüklenen ülkemiz, emekçiler için bir hayatta kalma yarışmasının platformuna dönüştürülmektedir.
Memur ve memur emeklisinin 2024 ve 2025’te alacağı ücretlerin belirlendiği 7. Dönem Toplu sözleşmesi, ülkemizde her şey durmadan pahalanırken insan emeğinin günden güne ne kadar ucuzlaştırıldığının, kamu emekçisinin yöneticiler gözünde ne denli kıymetsiz olduğunun göstergesi olmuştur.
TÜİK’in paralel evrendeki Türkiye’ye bakarak belirlediği enflasyon oranları, göstermelik görüşme masası, kapalı kapılar ardında toplantılar, sarı sendikaların mikrofonlar önünde dostlar muhalefette görsün tadında göstermelik itirazları, yapısı nedeniyle zaten adil olması beklenemeyecek olan Kamu Hakem Heyeti’nin devreye girmesi derken müzakere değil müsamere yapılmıştır ve perde, kamu emekçisine sefalet kararıyla kapanmıştır.
Sadece insanlık onuruna yakışır bir ücret değil, insanlık onuruna yaraşır koşullarda çalışma hakkımız da gasp edilmiştir.
Çalışanların haklarının birer birer elinden alındığı, kamu çalışanlarının toplu sözleşme masalarında satıldığı bu süreçte, iktidar, Eylül ayında Orta Vadeli Program, 16 Ekim’de 12. Kalkınma Planı, en son 20 Ekim’de Merkezi Bütçe Kanun teklifini açıklamış ve yine emeği, emekçileri hedef almıştır.
Artık insanlar günlük ihtiyaçlarını bile borçla karşılarken, Bakan Şimşek, enflasyonun “ücretlerdeki artış yüzünden arttığını” bunu önlemek için de hedeflenen enflasyona göre ücret artışı yapacaklarını söylemiştir. TÜİK’in rakamları dahi gerçek enflasyonu yansıtmazken hedeflenen enflasyona göre artış yapılacak olması, açlık sınırının altında ücretle yaşamaya mahkum edilen halkın elindeki avucundakine de göz dikilmesi anlamına gelmektedir.
Düşük kredi faizleriyle yandaşlarına büyük kaynaklar aktaran iktidar, bunun yükünü enflasyonun sorumlusu değil, mağduru olan emekçiye, emekliye yani dar gelirli vatandaşın sırtına yüklemektedir.
Okullarda çocuklarımız aç karnına ders dinlerken, musluklardan su içerken, okul kantinlerinde bir tost, bir ayran 50 lira olmuşken, okul yemeği kaldırılarak; emekli olmasına rağmen çalışmak zorunda kalan emeklilere ikramiye verilmeyerek tasarruf edilmeye çalışılmaktadır.
Yanlış ekonomi politikalarının sonucu olan enflasyonu düşürmek için “programımıza destek verin” diyerek yine vatandaştan fedakarlık beklenmektedir.
Tüm kamu emekçileri gibi; eğitim emekçileri geçinemiyor, haklarına kavuşamıyor, ailesinin ihtiyaçlarını gideremiyor, her ay borç batağına biraz daha batıyor, yanlış politikalar nedeniyle toplumda hak ettiği saygıyı göremiyor.
Gerçek, iktidarın Öğretmenler Günlerinde ezbere söylediği süslü laflarda değil.
Gerçek, MEB’in havuz medyasında tarif ettiği yalancı pembe tabloda değil. Nedir gerçek? Eve boynu bükük, derslere düşünceli girdiğimizdir. Nedir gerçek? Daha ayın ortasında ay sonunu kara kara düşünmeye başladığımızdır. Artık yaşanabilir bir emeklilik hayalinin bile bizden çalındığı, on yıllar boyunca insan yetiştirmiş eğitim emeklisinin emeklilikte bile çalışmak zorunda kaldığıdır gerçek.
Bakın; “öğretmenler bizim zamanımızda kalkındı” diyen iktidarın söyledikleri ile gerçekler arasındaki farka bakın:
Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş’in Ekim ayı için yaptığı araştırma ortaya koyuyor ki 4 kişilik bir aile için açlık sınırı geçen ayın neredeyse iki katı artış göstererek 15.420 liraya yükselmiştir. Yoksulluk sınırı ise 43 bin liraya ulaşmıştır.
Üstelik bu rakamlara ülke genelinde ortalaması bile 8 bin lirayı bulan kiralar, seçim öncesi bulunduğu söylenen devasa rezervlere rağmen cep yakan doğalgaz fiyatları dahil değildir.
Peki işe yeni başlayan bir öğretmen ne kadar ücret alıyor: 22.820 TL.
Bu ne demek, matematik bilmeyenlere, göz göre göre öğretmenin rahatı yerindeymiş gibi bir algı yaratanlara anlatalım:
Öğrenci yetiştirip ülkenin geleceğine katkı sunsanız da devlete fedakarca hizmet etseniz de eğer kiralık bir evde oturuyorsanız 4 kişilik ailenizi açlık sınırının da altında bir ücretle geçindirmek zorundasınız. Bu ne demek, işe yeni başlayan bir öğretmenin nefes alması mümkün değil demek. Öğretmene lütufmuş gibi sunulan bu ücret zammı soğanın, tuvalet kağıdının, sıvı yağın aldığı zammın 3’te 1’i bile etmiyor demek.
Eğitim emekçileri borç içinde, borçla borç çeviremez halde. Nefes alamaz, yaşayamaz, yaşatamaz halde.
Gerçekler budur ve bu gerçekler değişmek zorundadır; Değiştireceğiz!
Bu duruma çözüm üretmekle yükümlü olan Milli Eğitim Bakanlığı ise tüm bunları beyaz önlük gibi dayatmalarla, yeni model mülakatlarla ve süslü açıklamalarla geçiştiriyor. Bakandan bakana çelişen açıklamalar yapan bir eğitim yönetimi ile karşı karşıyayız.
Okulların tatil kararı için bile eğitimin bileşenlerine danışmayı bırakın, önceden haber vermeye bile zahmet etmeyen bir eğitim yönetimi kabul edilemez.
Eğitim, sadece eğitimcilerle verilebilecek dünyanın en kritik işlerinden biriyken okullara pedagoji bilmeyen ve kim olduğu bilinmeyen din adamlarını doldurmanın yöntemi olan ÇEDES gibi protokoller kabul edilemez.
Eğitimi daha da gericileştirmek için temel araç haline getirilen ve onlarca yardımcı kitapla bile yamanamayan müfredat ile ilgili özeleştiri vermek yerine hala tutarsız açıklamalar yapan bir eğitim yönetimi kabul edilemez. Öğrenciler eğitim göremiyor, eğitimciler yaşayamıyor; öyle bir eğitim atmosferi oluşturuldu ki tarikatlardan başka kimsenin yüzü gülemiyor. Bu kabul edilemez!
Ülkedeki bu ağır ekonomik şartlara, sosyal devlet icraatlarının azlığına rağmen bin bir zorlukla üniversite okumaya çalışan gençlerimize yeteri kadar barınacak yurt dahi yapmamak, bu yolla onları cezaevi hücresi gibi odalara, tarikat yuvalarına, potansiyel tabut olan asansörlere, kurtlu yemeklere mahkum etmek kabul edilemez.
Etmedik, etmiyoruz!
Eğitim-İş olarak bizleri sefalete sürükleyen TİS açıklanır açıklanmaz tepki göstermiş, okullarda ve işyerlerimizden seslenerek bu rezaleti kabul etmeyeceğimizi söylemiştik.
15 Eylül’de yaptığımız bordro eylemlerinde, ülkenin geleceğinin mimarı olan eğitim emekçilerine verilen ücretlerin ne kadar trajikomik olduğunu belgeleriyle göstermiştik. Tüm illerde stantlar ve sembolik çadırlar kurarak, broşürler dağıtarak sesimizi duyurduk.
Ülkenin her alanını olduğu gibi eğitimi de sarmalayan gerici, antidemokratik tavra karşı, mesleki onurumuza, demokratik hak ve taleplerimize, çocuklarımızın laik, bilimsel, demokratik, parasız ve eşit eğitim hakkına sahip çıkmak için mücadelemizi ve sesimizi büyütüyoruz.
Dernek ve vakıf maskesi takan gerici yapılarla imzalanan protokollere; eğitim bilimine, pedagojiye, laik ve bilimsel eğitime taban tabana zıt, eğitim ve öğretim birliğine ve yasalarımıza açıkça aykırı olan ÇEDES ve benzeri projelere karşı “çocukları korumak vatanı korumaktır” şiarıyla hareket etmeye devam ediyoruz. Eğitime ve çocuklarımıza sahip çıkıyoruz.
Kasım ayında eylemlerimizle hız verdik: İlk 3 gün işyerlerimize kokartlarla giderek halimizi de taleplerimizi de görünür kıldık.
Bugün burada olduğu gibi bölge eylemleri yaparak yurdun dört bir yanında eğitim emekçilerine, demokratik kitle örgütlerine ve duyarlı yurttaşlara seslendik.
Bu eylemlilik sürecimizin en önemli 2 durağı ise 24 Kasım ve 25 Kasım olacaktır.
24 Kasım Öğretmenler Günü’nde, okullarımızda öğrencilerimizle olmak, tebrikleri almak yerine üretimden gelen gücümüzü kullanarak iş bırakacağız.
Tüm illerde Atatürk anıtlarının olduğu alanlarda Başöğretmenimize saygımızı sunacak ancak öğretmenliği ayaklar altına almaya çalışan yöneticilerin riyakarca tebriklerini reddedeceğiz.
Eğitimi gerici ve piyasacı hale getiren, eğitim emekçisinin haklarına ve itibarına sistematik biçimde saldırılarda bulunan, yılın 364 günü eğitim emekçisini görmezden gelen yöneticilerin yılın bir günü sıralayacağı sahte övgülere karnımız tok.
Hatta kuşa çevrilen alım gücümüz nedeniyle karnımızın tok olduğu tek alan da bu.
25 Kasım Cumartesi günü ise düzenleyeceğimiz büyük Ankara buluşmasında, Anıtkabir’e giderek Atamıza, Başöğretmenimize saygılarımızı sunacak, sonra alanlardan Başöğretmenin eğitim neferlerinin haksızlık karşısında nasıl tek yumruk olduğunu göstereceğiz.
Haklarımız için, taleplerimizi sağır kulaklara işittirmek için, tıpkı öğrencilerimize öğrettiğimiz gibi haksızlık karşısında sessiz kalmayacağımızı vurgulayacağız.
Unutulmasın, eğitim sadece bir faaliyet değil her ülke için geleceğe uzanan en sağlam köprüdür. Eğitim emekçisi sadece bir meslek uzmanı değil, geleceğin mimarıdır. Dolayısıyla 25 Kasım’da Başkentte haykıracağımız gerçekler, sadece eğitim emekçisinin sorunları değil aynı zamanda memleket meselesidir.
Bu yüzden eğitim ve eğitim emekçisinin sorunlarına gözünü kapatmayan tüm siyasi partileri, tüm demokratik kitle örgütlerini ve ülkesi için iyi bir eğitim sistemi ve iyi bir gelecek düşleyen tüm yurttaşları 25 Kasım’da aramızda olmaya, mücadelemize omuz vermeye davet ediyoruz.
Eğitim emekçisinin nefes alamadığı bir düzende sağlıklı bir eğitim sistemi olamaz.
Daha yeni kurulmuşken bile eğitimi, vatan müdafaasıyla aynı değerde gören Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu Cumhuriyet, ikinci yüzyılına eğitimi ve eğitimciyi bu kadar geri plana atmış şekilde giremez.
Gelin, birlikte değiştirelim!