Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı kazanıldıktan sonra çağdaşlaşmanın ve aydınlanmanın, silahla kazanılan bağımsızlığın teminatı olduğunun bilincinde olan Cumhuriyet’i kuranlar, “Köy Enstitüleri” modeli ile bunu uygulamaya koydular.
Köy Enstitüleri, ülkemize özgü bir eğitim modeli olarak dünya eğitim tarihine yazılmıştır. Köy Enstitüleri, “kul” olmaktan “yurttaş” olmaya geçişin adıdır. Köy Enstitüleri, yaşamdan ve üretimden kopuk eğitim sisteminden, yurttaşı yaşamla tanıştıran ve eğitim-üretim ilişkisini kuran sistemin adıdır. Köy Enstitüleri, yüz yıllardır yoksulluk ve açlığın pençesinde kıvranan Anadolu çocuklarını temel bir insan hakkı olan eğitime kavuşturmanın adıdır aynı zamanda.
Bugün, ders araç gerecinden temizliğine, güvenliğinden sporuna kadar her şeyin parayla döndüğü ve milyonlarca yoksul çocuğumuzun tam anlamıyla ulaşamadığı eğitim sistemimiz ile yoksul köy çocuğunu köyünden alıp velisine beş kuruş yük getirmeden eğiten ve toplum hizmetine sunan Köy Enstitüleri karşılaştırılınca günümüz sosyal ve siyasal gerçekliğini daha iyi kavrayabiliriz.
Mustafa Kemal, daha Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılmadan ve Cumhuriyet ilan edilmeden 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada, toplumun büyük çoğunluğunu köylülerin oluşturduğunu ve köylülerin de bilgi ışığından yoksun olduğunu belirttikten sonra “Yurt çocuklarını toplumsal ve ekonomik alanlarda etkin ve üretken kılmak için gerekli olan bilgileri uygulatarak öğretme yaklaşımı ulusal eğitimimizin temelini oluşturmalıdır’’ diyerek eğitimin bilimsel, parasız ve ulusal olması gerektiğine vurgu yapıyordu. İşte bu temelde kurulan Köy Enstitüleri, savaştan çıkmış, viraneye dönmüş, yanmış, yakılmış Anadolu ile yoksullukla, cehaletle boğuşan Anadolu insanını uyandırma, ayağa kaldırma, uygar bir Türkiye yaratma projesiydi. Öğrenciler; öğreniyor, öğrendiklerini uyguluyor ve üretiyordu. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi “Köy Enstitülü çocuklar yuvalarını kendileri yapan kuşlar gibiydiler.”
Yüzyıllardır horlanmış köy çocuklarından yazarlar, şairler, müzisyenler, bilim adamları çıkmaya başlamıştı. Anadolu uyanıyordu. Köy Enstitüleri’nden yetişenlerin yaktıkları çoban ateşleri Anadolu’yu aydınlatmaya başlamıştı. Anadolu uyandıkça, karanlıktan, cehaletten beslenenler, yüzyıllardır Anadolu insanını sömürenler, bu uyanışın kendi saltanatlarını yok edeceğini anlayınca Köy Enstitüleri’ni karalama ve itibarsızlaştırma girişimlerine başladı. Atatürk’ün ulusal eğitim anlayışı, siyasi pazarlıklar konusu yapıldı. Önce bilinçli olarak içi boşaltılan ve yozlaştırılan Köy Enstitüleri kapatılarak Anadolu’nun en önemli aydınlanma projesi ortadan kaldırıldı.
Bugün milyonlarca öğrenci nitelikli eğitime ulaşamıyorsa, yüz binlerce lise mezunu üniversite kapısında yığılmış ise anne ve babaların cebinden milyonlarca lira alınıp dershanelere aktarılıyorsa, sokakta mesleksiz ve işsiz gençlerimiz dolaşıyorsa bunun sorumluları Köy Enstitüleri’ni kapatan siyasi anlayışlardır. Ne yazık ki, o siyasi anlayışın uzantıları bugün de işbaşındadırlar. 4+4+4 eğitim sistemi ile Cumhuriyet’in temeli olan “Öğretim Birliği” parçalanmış, laik, bilimsel, parasız ve ulusal eğitim yok edilmiş, okullarımız medreseye döndürülmüştür. Sömürü sistemlerini dikensiz gül bahçesine döndürmeye çalışan egemenler, yoksul halk çocuklarını medrese eğitimi ile “itaatkar”, “biat eden” kullar haline getirmeye çalışmaktadırlar. Yurttaşlık temeli üzerindeki uluslaşma süreci, bugün “akil insanlar” aracılığı ile parçalanmaya, etnik ve mezhepsel temelde bölünmeye çalışılmaktadır.
Eğitim-İş’e, Köy Enstitüleri’nin 73. Kuruluş yıldönümünde tarihi görev ve sorumluklar düşmektedir. Eğitim-İş olarak amacımız; Köy Enstitülerinin felsefesi, heyecan ve ruhunu okullarımızda yaşatmak, tüm yurtta cumhuriyetin, aydınlanmanın ateşini yeniden yakmak, ülkemizin geleceğine umut ve ışık olabilmektir. Cumhuriyet öğretmenlerinin yegane örgütü Eğitim-İş, Mustafa Necati’den, Hasan Ali Yücel’den, Fakir Baykurt’tan, hepsinden önemlisi Başöğretmenimiz Mustafa Kemal’den devraldığı bu görev ve sorumluluğu yerine getirme azim ve kararlılığındadır.
MERKEZ YÖNETİM KURULU