Güncel Sendika Haberleri

20 Ocak, 2012

BU YIL MİLLİ EĞİTİM BAKANI’NA KARNE YOK!

 

2011-2012 Eğitim-Öğretim yılının ilk yarısını tamamlamış bulunmaktayız. Eğitim çalışanlarının, öğrencilerimizin, velilerimizin büyük umutlarla ve coşkuyla başladıkları 2011-2012 eğitim-öğretim yılı, daha tamamlanmadan beklentilerin kabusa, umutların karamsarlığa dönüştüğü bir sürece girmiştir. Altı aylık sürede, cumhuriyetimizin en köklü kurumlarından olan Milli Eğitim Bakanlığı,  cumhuriyetin tasfiyesinde araç haline getirilmiştir.

Eğitim Sistemimiz Belli Bir İdeolojiye Hizmet Eder Hale Getirilmiştir

Bugün ülkemizde eğitime ve eğitimden sorumlu kurum ve kuruluşlara yönelik ciddi bir hükümet müdahalesi vardır. Ancak bu müdahaleler, somut gerekçelere değil, çoğunlukla propagandaya dayanmaktadır. Oysa okullar, öğrencilere eğitimin yanı sıra toplumsal değerlerin kazandırıldığı yerlerdir. Ancak bugün daha çok dinsel bir propaganda ve mezhebe dayalı ayrıştırma amaçlı yönlendirmeler, eğitimi amacından saptırmaktadır. Eğitim, ideolojik bir araç konumuna indirgenerek, daha okul sıralarında bireyin kontrol edilmesi ve siyasal iktidarla uyumlaştırılmasına hizmet eder hale getirilmek istenmektedir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile belirlenen ve evrensel değerler olarak da kabul gören eğitimin bilimsel, çağdaş, ulusal, parasız, tarafsız, eleştirel, objektifliği gibi ilkeleri bir kenara bırakılarak, eğitim belli bir ideolojiye hizmet eder hale getirilmiştir. Yine 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat Yasası’nda yer alan Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda yurtsever öğrenci yetiştirme uygulamasından 652 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile vazgeçilmiştir.

Eğitim uygulamalarında pedagojik ve bilimsel ölçütler dikkate alınmadan, eğitim siyasi hesaplaşmanın arenasına dönüştürülmüştür. Yönetmelik ve genelgelerle üniversiteye girişte kullanılan katsayı uygulamasına son verilmesi, Kur’an kurslarına katılımda yaş sınırının kaldırılması, Arapçanın 4. sınıfa kadar inerek seçmeli ders haline getirilmesi ve ergenin din eğitimi, “Haydi çocuklar, umreye” gibi projelerle eğitimde dinselleştirme ön plana çıkarılmıştır. Yine siyasi iktidar geçmişle hesaplaşma adına zorunlu eğitimi 1+4+4+4 şeklinde kesintili hale getirerek, İmam-Hatip liselerinin ortaokul kısmını yeniden açmak istemektedir. Bu karar, 1950’lerde benimsenen 8 yıllık temel eğitimi 60 yıl sonra tekrar 4 yıla indirmektedir. İlk 4 yıldan sonra başlanacak mesleki eğitim, çocuğun geleceğinin erken yaşta sınırlanması anlamına gelmektedir. Burada ayrıca, ileriki süreçte kız ve erkek öğrencilerin ayrı sınıflarda okutulması talebine zemin hazırlanmaktadır.

Kendi YÖK’ünü oluşturarak teslim alan siyasi iktidar, üniversiteleri bilim üreten kurumlar olmaktan çıkararak adeta yüksek liselere dönüştürmüştür. Üniversitelerimiz toplumun tüm sorunlarına duyarsız hale getirilmişlerdir. İlkeli, dürüst akademik yeterliliğe sahip bilim insanlarımız çeşitli baskılarla üniversitelerden uzaklaştırılmışlardır.

AKP’nin bilim yuvalarına saldırıları üniversitelerle sınırlı kalmamıştır. TÜBİTAK’ın tüm yapısını daha önce değiştiren siyasi iktidar dünyada sayılı bilim merkezlerinden biri olan Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) özerkliğini yayınlanan KHK ile ortadan kaldırmıştır. Hükümetin müdahalesi üzerine dünyaca ünlü 45 bilim insanı TÜBA’dan istifa etmek zorunda kalmışlardır.

Türkiye’de Okullaşma Oranında Hedeflere Ulaşılamamıştır

Bir ülkede okullaşma oranının, eğitimin kalkınma sürecine katkısı çok büyüktür. Fakat ülkemizde halen okullaşmada ciddi sorunlar bulunmaktadır ve 2012’ye geldiğimizde halen çözümlenmemiştir. Eğitim sürecinde olması gereken nüfusun belli bir bölümü eğitim hakkından yeterince yararlanamamaktadır. Ülkemizde toplumsal cinsiyet açısından okullaşma oranında erkekler lehine büyük bir fark bulunmaktadır. Kız çocuklarının öğrenimine ilişkin olarak özellikle kırsal ve kıt kaynaklara sahip bölgelerde ailelerin bilinçlendirilmesi, ekonomik anlamda bu ailelere katkı sağlanması büyük önem taşımaktadır. 2011 verilerine baktığımızda, ilköğretimde okullaşma oranı yüzde 98, ortaöğretimde ise okullaşma oranı yüzde 69’dur. Bu oran çağdaş ülkelerin oldukça altındadır. Ortaöğretimde, özellikle mesleki ve teknik ortaöğretimde okullaşma oranı son derece yetersizdir.

Müfredat Programlarımızın Bir Parçası Olan Ulusal Bayramların Kutlanması Yasaklanmıştır

Müfredat programlarımızın genel amaçları içerisinde yer alan ve ulusal birliğimizin simgesi olan ulusal bayramlarımız, ya yasaklanmış ya da içeriği boşaltılıp başka günlerle perdelenmiştir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı,  Kutlu Doğum Haftasıyla perdelenmiş, Van depremi bahane edilerek en büyük ulusal bayramımız olan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları iptal edilmiştir. Yine Atatürk’ün “benim doğum günümdür” dediği 19 Mayıs kutlamaları bakanlık genelgesiyle yasaklanmıştır.

Özür Grubu Atamalarında Adaletli Davranılmamıştır

Milli Eğitim Bakanlığı, 652 sayılı KHK ile özür grubuna bağlı yer değişikliklerini yılda bir kez olmak üzere sadece Ağustos ayına almış, ardından itirazlar sonucunda bu yıla özgü olarak Ocak ayında özür grubu atamalarını yapmıştır. Ancak bu konuda da bakanlık ayrımcılık yapmış, özür grubu atamalarında yalnızca eş durumu mağdurlarını dikkate alarak, sağlık ve öğrenim özrünü yok saymıştır. Özür grupları arasında yapılan bu ayrımcılık akla, vicdana ve hukuka aykırıdır.

Cumhuriyetin Öğretmeniyle Alay Edilmektedir

Öğretmenlerimizin toplumsal statülerinin hızla eridiği bir sürecin arkasından kurulan 61. hükümetin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in ilk açıklaması “Öğretmenler üç ay tatil yapıyor.” şeklinde olmuştur. AKP hükümetinin, “Eşit işe eşit ücret” adıyla çıkardığı 666 sayılı KHK ile daha çok üst düzey yöneticilere ek ödeme verilirken, öğretmen ve diğer eğitim-bilim çalışanları yok sayılmış; kamu çalışanları arasında açıkça ayrımcılık yapılmıştır. Öğretmenlerimizin yaşam koşulları, yapılan bu düzenlemelerle, diğer kamu çalışanlarının gerisinde kalmıştır. 

Öğretmen Üzerindeki Baskı ve Yük Artmaktadır

652 sayılı KHK’nin ucu açık maddelerine dayanarak öğretmeni zorunlu rotasyona tabi tutmak isteyen bakanlık bu durumu, öğretmenlere karşı tehdit unsuru olarak kullanmaktadır. “Öğretmen az çalıştığından az maaş alıyor.” diyen Ömer Dinçer’in bakanlığı, kamuoyunda fişleme olarak tartışılan ADEY, Performans Kriterleri, RİDEF gibi uygulamalarla öğretmenin iş yükünü yeni angaryalarla artırmayı da ihmal etmemiştir. Yine ortaöğretimdeki liseleri dönüştürme uygulaması sonucunda, lisede görev yapan birçok öğretmenimiz norm fazlası durumuna düşürülmüştür.

OECD ülkelerinde öğretmenlerin ortalama çalışma süresi 1652 iken, Sayın Bakanın en az çalışan ve en çok tatil yapan (!) meslek grubu diyerek aşağıladığı öğretmenlerimiz ortalama 1832 saat ile öğretmenlerin en fazla çalıştığı ülkedir.

2012 yılında kamu çalışanlarına bütçede öngördüğü %3’lük sadaka zammını bile çok gören bu hükümetin; cumhuriyetin tasfiye sürecinde, Atatürk’ün yeni nesli emanet ettiği, cumhuriyeti korumakla görevlendirdiği öğretmeni hedef alması tesadüf değildir.

Bütçeden Eğitime Ayrılan Pay Yetersizdir

Hükümetin, 2012 yılı bütçesinde Milli Eğitim Bakanlığı’na ayırdığı pay, 39 milyar 169 milyon 379 bin TL nitelikli eğitim hedefini gerçekleştirmekten çok uzaktır. Bu pay, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın 2,75’ine karşılık gelmektedir. Oysa nitelikli bir eğitim düzeyine yaklaşmak için OECD ülkelerinde olduğu gibi GSYH’nin en az yüzde 5,5’nin kamu eğitim harcamalarına ayrılması gerekmektedir. Hal böyle olunca, Milli Eğitim Bakanlığı okullara yeterli ödenek ayırmadığı için eğitim harcamalarının önemli bir bölümü öğrenci velilerinden talep edilen bağış, kayıt parası gibi isimler altında karşılanmaktadır. Bu durum, bakanlığın eğitime ilişkin ekonomik politikalarının başarısız olduğunu ortaya koymaktadır.  

Derslik ve Öğretmen Açığı Giderek Büyümektedir

Ülkemizde derslik başına düşen öğrenci sayılarına baktığımızda tüm kademelerde büyük değişikliklere gidilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 2011 yıl sonu verilerine göre, derslik başına okulöncesi eğitimde 24 öğrenci, ilköğretim okullarda derslik başına 45-50 öğrenci, ortaöğretimde ise 40 öğrenci düşmektedir. Bu rakam OECD ülkelerine bakıldığında derslik başına 22 öğrencidir. Bu sayıların hem ilden ile, hem de okuldan okula ciddi farklılıklar göstermesi, eğitimin niteliğini düşürmektedir. Aynı şekilde 2012 yılındaki öğretmen sayıları da büyük ölçüde yetersizdir. Öğretmen sayısı okulöncesi eğitimde 48 bin 330, ilköğretimde 458.046, ortaöğretimde ise 206.862 kadrolu ve sözleşmeli öğretmen bulunmaktadır. Bakanlığın kendi rakamlarıyla 150 bin öğretmen açığı ve 160 bin derslik açığı bulunmaktadır. Bakanlık ayrıca 2011–2012 eğitim-öğretim yılında 60 binden fazla ücretli öğretmen görevlendirmesi yapmıştır. 

Bunun yanında Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 400 bin civarında atama bekleyen ve 60 binden fazla ücretli öğretmen varken, 2012 yılında ne kadar öğretmen atanacağını da hala tam olarak açıklamamıştır.

Van Depreminde 75 Şehit Veren Öğretmenlere Hala Sahip Çıkılmamaktadır

Ekim ve Kasım aylarında deprem felaketi yaşayan Van ilimize gerekli yardımlar ulaştırılmamıştır. Türkiye’deki yaşanan her depremde olduğu gibi kamu binaları zarar görmüş, 75 öğretmenimizin ölümünde ihmal yine ön plana çıkmıştır. Yaşanan deprem sonucunda öğretmeninin cenaze masrafını yakınlarına ödeten hükümetten çok şey beklenmeyeceği kısa sürede anlaşılmıştır. 26 Aralık’ta yeniden eğitim-öğretime başlayan Van’da öğretmenlerin en temel barınma sorunu bile çözülmemiştir. Büyük travma yaşayan öğretmenlerimize bir defaya mahsus olarak istenilen tayin hakkı verilmemiştir. Konteynır sözü verilen öğretmenler, çadırlarda yaşamaya mahkum edilmiştir. Depremden sonra okula gidemedikleri için ek ders ücretleri gasp edilmiştir.

Eğitim Hızla Özelleştirilmektedir

AKP iktidarı okulları satarak başlattığı özelleştirme programına zamanla sözleşmeli öğretmen uygulamasıyla devam etmişti. 652 sayılı KHK de ise Milli Eğitim Bakanlığı okulları 49 yıllığına kiraya verebilecektir. Yine öğretmen ücretlerinin performans kriterlerine göre belirleneceği ifade edilerek, sözleşmeli öğretmen uygulaması yeniden başlatılmak istenmektedir. Bakanlığı adeta özel şirkete dönüştürmek isteyen Ömer Dinçer Personel Genel Müdürlüğü’nün adını da ancak özel şirketlerde karşılığı olan İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü’ne dönüştürmüştür. Yine üst düzey milli eğitim bürokratlarını sözleşmeli hale getirerek ultra yandaş uygulamasını başlatmıştır.

Talim Terbiye Kurulu Yol Geçen Hanına Dönmüştür

Cumhuriyetten bu tarafa milli eğitime yön veren, milli eğitimle ilgili programların oluşturulması, yayınların, ders kitaplarının incelenip değerlendirilmesi konularında etkin olan Talim Terbiye Kurulu, kadrolaşma hareketiyle milli eğitimi özelleştirme ve dinselleştirme aracı haline getirilmiştir.

Bugün devletin okullarda dağıttığı kitaplar politik amaçlara hizmet eder hale gelmiştir. İçerik yönünden yetersiz, bilimsel olmaktan uzak ve yandaş firmalara hazırlatılan kitaplar, öğrencilere en temel bilgileri bile verebilecek nitelikte değildir. Dolayısıyla öğrenciler ek kaynaklara yönelmekte, bu da ekonomik açıdan velileri sıkıntıya sokmaktadır. 

Milli Eğitimin Temel Sorunlarına Hiçbir Çözüm Getirilmemiştir

Okullarımızdaki temel sorunlar katlanarak devam etmektedir. 400 bine yakın atanmayan öğretmenimiz Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde onlarca eylem yapmalarına rağmen seslerini duyuramamışlardır. Öğretmen açığını ucuza kapatmak isteyen milli eğitim bakanlığı bu yıl da ücretli öğretmen sayısını artırarak yoluna devam etmiştir. Okullarımızın zorunlu giderleri yine velinin sırtına bindirilmiştir. Kaynak ayrılmayan, kendi sorunları ile baş başa bırakılan okul müdürlerine bağış aldıkları bahanesiyle soruşturma açılmış, bununla yandaşa kadro açılması hedeflenmiştir. Okullarımız için ayrılan yakıt paraları ise bitmiş çocuklarımız şimdiden soğuğa teslim edilmişlerdir. 

Hizmetli ve Memurlar Köle Gibi Çalıştırılmaktadır

Okullarımızın önemli bir yükünü sırtlarında taşıyan hizmetli ve memurların yıllardır görev tanımları yapılmamıştır. Ortaçağ köle anlayışı ile okulun tüm angarya işlerini gerçekleştiren memur ve hizmetlilerin sorunlarına hiçbir çözüm getirilmemiştir. Eğitim öğretim yılı başında verilen “Eğitime hazırlık ödeneği”  her zaman üvey evlat muamelesi gören hizmetli ve memurlara verilmemektedir. Okullarda yeterli sayıda hizmetli ve memur olmaması nedeniyle işyükleri oldukça fazladır. Hizmetli ve memur kadrosunda çalışanlar köle gibi günde yaklaşık 12 saat çalıştırılmalarına karşın ek ücret alamamaktadırlar. 

Fatih Projesi Propaganda Aracı Olarak Kullanılmaktadır

22 Kasım 2010 tarihinde büyük bir törenle ilan edilen eğitimde FATİH Projesi (Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) ile bir yıl içerisinde ortaöğretim kurumlarının tamamına internet ağı, sınıflara akıllı tahta, projeksiyon cihazı ve öğretmenlere hizmet içi eğitim sözü verilmiş, söz verilenlerin onda biri gerçekleştirilemezken okullarda görev yapan bilişim dersi öğretmenlerimizi de kadro dışı bırakacak uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bilgisayar öğretmenlerimize tamirci muamelesi yapılarak, asıl branşlarından uzaklaştırılmışlardır. Akıllı tahta uygulaması, propaganda aracına dönüşmüş, akıllı olanın tahta değil, öğretmen olduğu unutulmuştur. 

Sanat Eğitimi Kapı Dışarı Edilmiştir

Okullarımızda resim, müzik gibi sanat derslerinin haftalık ders saatleri düşürülmüştür. Bir resim ya da müzik öğretmeni maaşını hak edebilmek için 3-4 okul gezmek durumunda bırakılmaktadır. Genel anlamda sanata değer vermeyen ve sanatı eğitimden dışlayan bir anlayış hakimdir. Sanat eğitimini almayarak, estetik değerlerden uzak yetişen öğrencilerimiz, sanatın kazandırdığı olgunluk ve incelikten, ruhsal terbiyeden yeterince yararlanamamaktadırlar. Bu durum da okullarda şiddet ortamının doğmasına zemin hazırlamaktadır.

Milli Eğitim Bakanına Karne Yok!

2011-2012 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı eğitim bakımından kaybedilmiş bir yıldır. Bakanlık, uygulamalarıyla milli eğitimden bilim ve pedagoji ile ulusal değerleri kapı dışarı etmiş, Milli Eğitim Bakanlığı adeta Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir birim haline getirilmiştir. Öğretmenleri yetersiz görerek hizmet içi eğitime almak isteyen bakanlığın, öncelikle kendi görev ve sorumluluklarını gözden geçirmesi gerekmektedir.

Çocuklarımız öğrenmeye değil, sınıf geçmeye ve evlerine zayıfsız bir karne götürmeye koşullanmış durumdalar. Dolayısıyla öğrencilerin karnelerindeki kırık notlar sadece kendilerine ait değil, eğitim sistemine ve Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmiş notlardır. Bu nedenle kırık not bulunan karnelerin tamamı sayın bakan Ömer Dinçer’e aittir, Eğitim-İş olarak geleneksel hale getirdiğimiz Milli Eğitim Bakanı’na karne verme uygulamasını, 2012 yılı 1. döneminde gerçekleştiremiyoruz. 

Merkez Yönetim Kurulu