İnsanların kendi fikirlerini özgürce ifade edebilmek için doğru bilgiye ulaşmaya ihtiyaçları ve hakları vardır. Demokratik toplumlarda topluma bu hakkı kullanması yönünde en büyük katkıyı basın mensupları sağlamaktadır. Bu bağlamda basının özgür olması, demokratik toplum olmanın da kaçınılmaz bir gereğidir.
Toplumu önemli konularda aydınlatarak kamuoyu oluşturan, meslek ilkeleri ışığında görevini sürdüren basınımızın, özgürlükçü ve demokratik bir anlayışın sürdürülebilirliği açısından hayati bir öneme sahip olduğunu biliyoruz. Bu vesileyle de gazetecilere ekonomik ve sosyal haklar sağlayan 212 Sayılı Yasanın 10 Ocak 1961 de kabulüyle ilan edilen “Çalışan Gazeteciler Günü”nün, bu yıl 50. yılını kutluyoruz.
Basının doğru, tarafsız ve ilkeli haber verme misyonunu yerine getirebilmesi, kamuoyunu hiçbir baskı altında kalmayacak şekilde bilgilendirebilmesi için kendi iradesiyle doğru bilgiler ışığında karar verebilmesinin ve gerekli yasal prosedür ile tam bağımsızlığının sağlanması gerekmektedir.
Günümüzde Türk basınının özgürlüğü, her ne kadar kanunlarla garanti altına alınmış gibi görünse de, çeşitli yollarla haber ve ifade özgürlüğü baskı altına alınmaya, egemen anlayışın çıkarlarına hizmet eder hale getirilmeye çalışılmaktadır. Basın tekelleştirilmekte, siyasi ve ekonomik gücü elinde bulundurulanlar, basını kendi propagandalarını yapmak için bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Yoğun bilgi akışının olduğu günümüzde ifade özgürlüğü yalnızca temel bir hak ve iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal işlevi dolayısıyla da önem kazanmaktadır. Türkiye’de de oldukça farklı anlayışta ve çizgide basın kuruluşları olmasına rağmen devlet, çıkarları ile çatışan noktalarda basına müdahale etme ve sansür uygulama refleksinden bir türlü kurtulamamıştır.
Sayın Başbakan Erdoğan'ın basın özgürlüğüne AKP tarafından çizilen sınırları getirmesini de endişe ile izliyoruz. AKP iktidarı, bir taraftan “ileri demokrasi” çığırtkanlığı yaparken, diğer taraftan da otoriter bir devlet anlayışı güderek, kendilerini eleştirenlere ültimatom vermiş, gazetecileri işlerinden etmiş, neredeyse tehdit ederek seslerini kısmış, kısamadıklarını da Ergenekoncu diye cezaevlerine tıkmıştır. Mustafa Balbay’ı içerde tutan, İlhan Selçuk’un gazetedeki köşesini karartan; sayıları 40’ı geçen gazetecileri cezaevinde tutan bu zihniyettir. Ülkemizde demokratik bir tartışma ortamına karşı duyulan tahammülsüzlüğün en önemli göstergesi işte bu tutukluluklardır.
Hükümetin anayasal bir zorunluluk temelinde ele alması gereken basın özgürlüğü, bugün sindirme politikalarının cenderesinde kalmıştır. Birçok gazeteci sadece işlerini yaptıkları için suçlu ilan edilmiş, günlüklerine el konulup operasyonlar düzenlenmiştir. Ancak basının toplumsal yaşam için taşıdığı önemin daha fazla zarar görmemesi için basın-siyaset ilişkisindeki çatışmalar hukuki yollardan çözülmeli, basın gruplarının tekelleştirilmesine son verilmeli; Türk basını, bilgi verme ve kamuoyu oluşturma görevlerini baskı altında kalmadan yerine getirebilmelidir.
Merkez Yönetim Kurulu