Güncel Sendika Haberleri

23 Ekim, 2023

CUMHURİYETİN 2. YÜZYILI EĞİTİM KONGRESİ’Nİ GERÇEKLEŞTİRDİK

Eğitim-İş olarak, alanında uzman birçok akademisyenin ve davetlinin katılımıyla laik, bilimsel, demokratik eğitimin önemi, eğitimin ve eğitim çalışanlarının sorunları ve çözüm önerilerinin konuşulduğu Cumhuriyetin 2. Yüzyılı Eğitim Kongresi’ni 20-21-22 Ekim 2023 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirdik.

102 yıl önce, “milli eğitim bağımsızlık savaşı kadar önemlidir” düşüncesiyle toplanan 1. Maarif Kongresi’nden hareketle düzenlediğimiz “Cumhuriyetin 2. Yüzyılı Eğitim Kongresi”, Anıtkabir ziyaretiyle başladı.

Genel Başkanımız Kadem Özbay ve MYK üyelerimiz, şube ve temsilcilik yönetim kurulu üyeleriyle birlikte, Anıtkabir’de, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna çıktı.

“FİKRİ HÜR VİCDANI HÜR KUŞAKLAR YETİŞTİRMEK EN BÜYÜK AMACIMIZDIR”

Genel Başkanımız Kadem Özbay, Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı:

Sevgili Başöğretmenim, Büyük Atatürk;

Sizin, bundan 102 yıl önce, Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde, milli eğitim bağımsızlık savaşı kadar önemlidir, düşüncesiyle topladığınız 1. Maarif Kongresi’nden hareketle düzenlediğimiz “Cumhuriyetin 2. Yüzyılı Eğitim Kongresi” öncesi huzurunuzdayız.

“Eğitim, memleketin çocuklarının birlikte ve eşit olarak kazanmak zorunda oldukları bilim ve fendir” sözü ile Cumhuriyetin eğitim sisteminin nasıl olması gerektiğine işaret etmiştiniz.

Sizin gelecek nesilleri emanet edecek kadar önem verdiğiniz eğitim çalışanları olarak, her zaman ve her koşulda Cumhuriyet'in bizlere yüklediği görev ve sorumlulukların bilinciyle hareket etmekteyiz.

Akıl ve bilimin, ilke ve devrimlerinizin ışığında, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür" kuşaklar yetiştirmek; kimsesizlerin kimsesi olsun diye kurduğunuz Cumhuriyet’te, hiçbir evladımızın kimsesiz ve eğitimsiz kalmamasını sağlamak en büyük amacımızdır.

Emek ve aydınlanma mücadelesinin en güçlü kalesi Eğitim-İş olarak, Cumhuriyetimizin bağımsızlığını, egemenliğini, ülkenin bütünlüğünü, laik, bilimsel, ulusal, kamusal eğitim hedefini geliştirerek korumak; ülkede yaşayan her bir çocuğun ve gencin eşit, parasız ve nitelikli eğitim hakkını yaşama geçirmek için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.

"Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı bir millet yapar ya da esaret ve sefalete terk eder" sözünüzden hareketle, bu ülkenin çocuklarını emanetleriniz ve devrimleriniz ışığında geleceğe hazırlayacak, mücadelemiz ve duruşumuzla sizi yaşatacağız! Sonsuz minnet ve sonsuz saygılarımla.”

 

Kongrenin açılışında konuşan Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, AKP'nin eğitimdeki hamlelerini değerlendirerek şu konuşmayı yaptı:

“ADİL VE KALICI BARIŞI SAĞLAMAK TÜM İNSANLIĞIN VAZİFESİDİR”

“Sözlerime, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını lanetleyerek başlamak istiyorum. Aralarında çocuklar, kadınlar ve yaşlıların da olduğu binlerce masum sivilin hayatını kaybettiği bu saldırılar uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırıdır, İsrail'in Filistinlilere yönelik sistematik zulmünün bir parçasıdır.

Ortadoğu’da yaşanan savaşların ve işlenen insanlık suçlarının sorumlusu ABD ve onun BOP projesinin ortaklarıdır! Bölgede emperyalistlerin uydu devleti olan, yaptıklarıyla haydutlaşan İsrail’in saldırıları soykırımdır! Tüm devletler BOP’a ve haydutlaşan İsrail’e dur demelidir!

Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün yaklaşık bir asır önce söylediği “Yurtta barış, dünyada barış” sözüyle altını çizdiği barış odaklı politika, bugün dünyanın en acil ihtiyacı haline gelmiştir.

Tüm dünya uluslarına sesleniyoruz: İnsanlığı kurtaracak ve ileri taşıyacak en önemli unsur adil ve kalıcı barıştır, bunu sağlamak tüm insanlığın vazifesidir!

“EĞİTİM BİR ÜLKENİN KALKINMASI VE İLERLEMESİ İÇİN EN TEMEL UNSURLARDANDIR”

Emek ve aydınlanma mücadelesinin en güçlü kalesi Eğitim-İş’in değerli temsilcileri; eğitime, çocuklarına ve geleceğine sahip çıkma sorumluluğuyla hareket eden siz değerli katılımcılar, saygı değer konuklar; 

Laik, bilimsel, demokratik, kamusal ve parasız eğitimin önemini, Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten emanet Cumhuriyet’in eğitim felsefesini, sorunları ve önerileri konuşacağımız bu önemli kongrede sizlerle birlikte olmayı çok değerli buluyorum, hepinize hoş geldiniz diyorum. 

Eğitim, bir ülkenin kalkınması ve ilerlemesi için en temel unsurlardan biridir. Eğitimli bir toplum, daha üretken, daha yaratıcı ve daha refah içindedir.

Tam da bu nedenle Türkiye’deki çağdaş eğitime duyulan ihtiyaç daha milli mücadele yıllarında hissedilmişti. Bir taraftan Milli Mücadele sürerken diğer taraftan da Türk ulusunu muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak olan eğitim konusunda ne gibi adımlar atılacağı tartışılıyordu.

Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde, bu topraklar henüz işgal altında iken Ankara’da 16-21 Temmuz 1921 tarihlerinde yapılan Birinci Maarif Kongresi Türk eğitim tarihinde iz bırakan önemli bir eğitim atağıdır.

Başkomutan ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, savaşın zorlu koşullarına rağmen kongreye katılmış ve öğretmenlere “Geleceğimizin kurtuluşunun saygıdeğer liderleri olan Türkiye kadın ve erkek öğretmenleri, göreviniz çok önemli ve hayatidir” diye seslenerek ülkenin geleceği açısından eğitimin ve öğretmenin önemini çarpıcı bir dille vurgulamıştır.

Toplantıya kadın öğretmenlerin katılmasını eleştirenler olması üzerine ise “Ne yapmışsınız siz? Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız, onları ne diye erkeklerden ayrı oturttunuz? Utanmıyor musunuz? Ayıptır. Kendinize mi güveniniz yok, yoksa bu hanımların iffetine mi? Bir daha kadınların erkeklerden ayrı tutulduğunu duymayayım” diyerek henüz Cumhuriyet kurulmadan önce, Cumhuriyetin kadın-erkek eşitliği temelinde yükseleceğinin ve karma eğitimin uygulanacağının net mesajını vermiştir.

Yetiştirilmek istenen aydın tipi, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla kurulan Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatmalıydı. Yapılacak büyük bir eğitim seferberliğiyle kendi kendini ayakta tutacak kuşaklar yetiştirilmeliydi.

Atatürk’e göre millî eğitim, bağımsızlık savaşı kadar önemlidir. O, bunu Yunanlıların Kütahya-Eskişehir üzerinden Ankara’ya doğru saldırıya geçtikleri günlerde ispat etmiştir. 1. Maarif Kongresiyle birlikte Ankara’da, millî eğitim-öğretim seferberliğini de başlatmıştır.

Bu hareketiyle hem eğitim-öğretime verdiği önemi göstermiş, hem de iç ve dış kamuoyuna Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşacağına emin olduğunu göstermiştir. Bu dünya tarihinde hiçbir ülkenin yapmadığı, hiçbir devlet adamının düşünmeye cesaret edemediği bir harekettir.

Cumhuriyet’in devraldığı skolastik ağırlıklı eğitim mirası, yapılan devrimlerle ilk on yılda, bilim ve akla dayalı çağdaş eğitim ekseninde şekillenmiştir. 1946 sonrasında başlayan ve sonrasında giderek artan olumsuz gelişmelere rağmen Türkiye, Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından olan çağdaş eğitim ve laik yaşam tarzıyla bulunduğu coğrafyada yıldızı parlayan bir ülke konumunu sürdürmüştür.

Türkiye 2000’li yılların başlarından itibaren yeni bir kavşağa sürüklenmiş, son 21 yılda izlenen politikalarla; ekonomiden dış politikaya, Cumhuriyet değerlerinden ulusal bilince kadar büyük kayıplar verilmiştir. Şüphesiz bu sürede en büyük hasar eğitim alanında yaşanmış, niteliğin dibe vurmasının ötesinde, Cumhuriyet eğitimini laik ve bilimsel ekseninden uzaklaştırmak isteyenler maalesef büyük mesafe almıştır.

Emperyalistlere ders, mazlum halklara ilham olacak bir mücadeleyle kurulan Cumhuriyetimizin 2.yüzyılına girmesinin gururuna, birçok alanda neredeyse kurulduğu günden bile geriye itilmesinin burukluğu tesir etmektedir.

“CUMHURİYETİMİZ, ATATÜRK’ÜN TARİF ETTİĞİ MUASIR MEDENİYETLER SEVİYESİNDEN UZAKLAŞTIRILMIŞTIR”

Parçalanmış, emperyalistlerin akbabalar gibi başına üşüştüğü bir padişahlıktan; dünyanın “hasta adam” diyerek ellerini ovuşturduğu bir enkazdan; büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyetimiz, 100 yaşını geride bırakmışsa da Atatürk’ün tarif ettiği muasır medeniyetler seviyesinden giderek uzaklaştırılmıştır.

Bugün geldiğimiz noktayı sorgulamadan 2.yüzyılımıza girişimizi kutlamak, Atatürk’ün bize öğrettiği akılcı yöntemi ele almamak anlamına gelecektir.

Onun bir eğitim neferi olarak, ben de Cumhuriyet’in kazanımlarının ne hale getirildiğini irdelemeyi kendime görev sayıyorum:

-Genç Cumhuriyet, imkansızlıklar içinde kurulmuş olmasına rağmen eğitime öncelik vermesiyle ve her çocuğun ne şartla olursa olsun eğitim hakkı olduğunun bilinciyle hareket etmesiyle dünyaya nam salmıştı. Bugün ise eğitim, neoliberal politikaların ve siyasal İslam’ın dayatmalarının kıskacı altındadır.

Eğitimin satın alınan bir metaya dönüştürülmesi, 21 yılda iktidarın eğitim alanından sosyal devletin tüm varlığını çekmesi, Cumhuriyet’in vizyonuna taban tabana zıt bir manzara yaratmıştır. Ailesi yoksul öğrenci ile ailesi varlıklı öğrenci arasındaki uçurum hiç olmadığı kadar derinleşmiştir. Devlet okulunda eğitim görmek bile ciddi bir masraf haline gelmiştir. Eğitim Anayasal bir hak olmasına ve beslenme, barınma, ulaşım gibi hizmetler de bu hakkın ayrılmaz parçaları olmasına rağmen, çocuklarımız bu ihtiyaçlarını ancak ailelerinin imkanları ölçüsünde giderebilir hale gelmiştir.

-Devrim yasalarının en önemlilerinden biri olan Eğitim ve Öğretim Birliği de can çekişir haldedir. Bilindiği üzere Devrim Yasaları, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ün eğitime dair düşleri için de önemli bir basamak olmuştur. Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle Osmanlı’daki medrese ve okul ikiliği ortadan kaldırılmış ve eğitim, homojenleştirilip çağdaşlaştırılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştı. Laik eğitim için milat olan bu milli kalkınma, bugün iktidar tarafından bertaraf edilmiş durumdadır. Dernek/vakıf maskesi takmış tarikatlar MEB’in protokolleriyle eğitimde cirit atmaktadır. İmam hatiplerin sayısı günden güne artırılmış, diğer okullar da müfredat ve zorunlu seçmeli ders dayatmasıyla imam hatipleştirilmiştir. İktidar yurt açmayarak ve eğitimdeki sınav basamaklarına dahi yetecek eğitimi devlet okullarında vermeyerek dolaylı olarak tarikat yurt ve etüt merkezlerini beslemektedir. Bu ülkenin geleceği olan kız çocukları, tarikat yurtlarında can verir hale gelmiştir. 100 yıl önce Avrupa’nın birçok ülkesinden bile önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımasıyla, kız çocuklarına eğitimde özel bir özen göstermesiyle dünyaya parmak ısırtan Cumhuriyet, bugün liyakatsizce atanan yöneticilerin karma eğitimi bile tartışmaya açma cüretine sahne olmaktadır.

-Çağdaş eğitime dair bu öfke, elbette biz eğitimcilere de yönelmiştir. Eğitim emekçileri de 21 yıldır sistematik bir hak gaspına ve itibar suikastlerine uğramaktadır. Dünyada Başöğretmen unvanlı bir liderin kurduğu tek ülke olan Türkiye Cumhuriyeti, köyüne bir öğretmen geldiğinde bayram havasında kutlamaların düzenlendiği bir ülkeden, öğretmenin hor görüldüğü bir ülkeye dönüştürülmüştür. Eğitim emekçisin hakları yıldan yıla kırpılmış, alım gücü günden güne düşmüş, itibarı hedef alınmıştır.

Ebedi ve tek Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sınıfında önüne geçmeyecek kadar değer verdiği, yeni nesilleri emanet edecek kadar güvendiği öğretmenler, bugün öğretmene parmak sallayan,

“bizi okumuşların şerrinden koru” diye dua eden bir yönetici erkanının saldırısı altındadır.

Gelinen noktayı başlıklar halinde özetlersek:

-Eğitim ‘milli’ olmaktan çıkarılmıştır.

Cumhuriyetin hedefi, akıl ve bilime dayanan laik eğitim sistemiyle çağdaş dünya ile uyumlu bir kuşak yetiştirmekti.  Benimsenen eğitim sistemiyle aklın ve bilimin rehberliğini özümsemiş, Cumhuriyet değerleri ve ülke sorunlarına duyarlı, boyun eğmeyen, hakkını arayan, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yurttaşlar yetiştirilmesi hedeflenmişti. Ancak son 21 yılda uygulanmak istenen eğitim sistemi ile bir garip ümmetçilik ve Osmanlıcılık aşılanmaya çalışılmakta; dindar, muhafazakâr, biat kültürünü benimseyen, eleştirel düşünceye kapalı itaatkar nesil yetiştirilmek istenmektedir.

-Eğitim kamusal olmaktan çıkarılmıştır.

Her yurttaşına eşit muamele yapıp eşit hizmet veren bir Cumhuriyetten, yoksulluğun da zenginliğin de ‘kader’ gibi aileden evlada devredildiği bir ülke yaratılmıştır. Türkiye bugün, eğitim harcamalarında velilerin payının, yani eğitim harcamaları yükünün en yüksek olduğu ülkedir. Devlet okullarında dahi çocuk okutmak, büyük bir harcama kalemi haline gelmiştir.

-Eğitim ‘laik’ olmaktan çıkarılmıştır.

Açık açık dindar ve kindar nesiller yetiştirmek istediğini söyleyen bir siyasi oluşumun 21 yıllık iktidarı süresince, eğitimde laikliğe dair tüm kazanımlar ve öğeler saldırıya uğramıştır. Çağdaş eğitimciler baskıya maruz kalmış, sayıları artırılan din derslerinde tek bir dinin, onun bir mezhebinin anlatısı hakim kılınmış, öğrenciler ve öğretmenler dini etkinliklere mecbur bırakılmış, MEB’in kitaplarındaki görsellerde bile dini mesajlar verilir hale gelmiştir. Dernek/vakıf maskesi takmış tarikatlar MEB’in protokolleriyle eğitimde cirit atmaktadır. İmam hatiplerin sayısı günden güne artırılmış devletin tüm imkanları onlar için seferber edilmiştir. İktidar, yüksek öğretim öğrencileri için yurt açmayarak, eğitimdeki sınav basamaklarına yetecek eğitimi dahi devlet okullarında vermeyerek dolaylı olarak tarikat yurt ve etüt merkezlerini beslemektedir.

Başarısızlığı yıllardır tescilli olduğu halde sayıları giderek artırılan imam hatipler, bütçeden aslan payını almaktadır. Sıbyan mektepleri kurulur, yurdun dört bir yanında ‘medrese öğrencileri’ yürüyüşleri düzenlenir olmuştur.

-Eğitim, bilimsel olmaktan çıkarılmıştır.

Başta gerici müfredat eliyle pozitif bilim derslerinin sayısı ve dozu düşürülmüş; sorgulayan, akılcı yurttaşlar yerine biat eden bir teba düşleyen yöneticiler eliyle çocuklara neden-sonuç ilişkisi kurmayı öğretemeyen bir sistem inşa edilmiştir. Bu antibilimsellik öğrencilerin değerlendirilip yönlendirilmesi alanında da hakimdir. Yapboza çevrilen sınav sistemleri, öğrencilerin başarı durumunu değerlendiremediği gibi bütün hayatlarını etkileyecek bir adaletsizlik mekanizması gibi işlemektedir. Halef-selef yarışları, yeni bir milli eğitim bakanı atandığında öncesiyle çelişen eğitim uygulamalarını hayata geçirmeyi ülkenin bir rutini haline getirmiştir. Bu ülkenin eğitiminden sorumlu bir bakanlık olduğu halde eğitimde birçok başlılık yaratılmış; Saray’daki eğitim kurulu, TUGVA gibi aktörler yaratılarak eğitim bir mantıksızlık döngüsüne sokulmuştur.

-“Vatanı korumak çocuğu korumakla başlar” diyen bir Başöğretmen’in kurduğu bu ülkede artık çocuklarını koruyamayan bir eğitim sistemi inşa edilmiştir.

-Anayasa’daki aksi hükümlere rağmen öğrencilerin barınma, beslenme ve ulaşım sorununu dahi çözemeyen bir eğitim sistemi vardır. Çözülmediği için kronikleşen bu sorunlar, tarikatların çocuklara musallat olmaları için uygun zemin hazırlamakta, bir yandan da birçok çocuğu okuldan kopartmaktadır. Bugün ‘zorunlu eğitim’ diye bir kavram olan ülkemizde, hala okulda da evde de olmayan, nerede olduğu bilinmeyen yüzbinlerce çocuk vardır.

-Başta öğretmen olmak üzere eğitimin tüm emekçilerini değersizleştiren, haklarını teslim etmeyen, toplumdaki saygınlığını sistematik olarak gerileten bir eğitim sistemi vardır. OECD’ye göre ülkemiz öğretmenlerin karar alma sürecine katılma konusunda son sıralardadır. Atatürk’ün gelecek nesilleri emanet edeceği kadar güvendiği, Cumhurbaşkanı olduğu halde sınıfta önüne geçmediği öğretmen, bugün eğitim konusundaki fikirlerini duyuramamakta, geçinememekte, öğrencilerine istediği çağdaş eğitimi verememektedir.

-Eğitim bir ekip işidir ve bu uğraşta tüm eğitim emekçilerinin katkısı hayatidir. Ancak bugün eğitim emekçilerini tamamen köle gibi gören, kadrolarına ve haklarını göz diken, seslerini bastıran bir iktidar, her kademedeki eğitim emekçisini değersizliğe ve sefalete itmektedir. Eğitim için hayati olan okulöncesi eğitim ısrarla zorunlu eğitim kapsamına alınmamakta, hem bu alandaki eğitimciler mağdur edilmekte hem de karanlık yapılara zemin hazırlanmaktadır. İlk, orta ve lise aşamalarındaki tabloyu zaten anlattık ama ne yazık ki üniversite eğitimi de benzer durumdadır. Dünyanın ilk 500 üniversitesi listesine 3 yıldır bir tane bile devlet üniversitesi sokamayan ülkemizde, üniversite yönetimleri Saray’ın keyfi kararıyla belirlenmektedir.  

KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLSUN DİYE KURULAN CUMHURİYET, YOKSUL ÇOCUKLARIN KİMSESİZ KALDIĞI CUMHURİYETE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR

Yani ülkemiz, “Kimsesizlerin kimsesi” olsun diye kurulan Cumhuriyet’ten yoksul çocukların kimsesiz kaldığı bir Cumhuriyet’e dönüştürülmüştür. Eğitim hiç olmadığı kadar niteliksiz, cahiller ve gericiler hiç olmadığı kadar cüretkardır.

Birçok alanda olduğu gibi ülke eğitim açısından da her geçen gün geriye gitmekte, tüm dünyanın gözleri önünde adeta bir asır öncesine zaman yolculuğu yapmaktadır.

Adını çok net koymalıyız!

Siyasal İslam, milli eğitime sızma aşamasını çoktan geride bırakmış ve hızla dönüştürme safhasına geçmiştir. Son seçimden bu yana bu konuda nasıl vites yükseltildiği, iktidar cephesinden ve MEB’den yapılan açıklamalardan ve tarikatların faaliyetlerini pervasızca artırmasından açıkça anlaşılmaktadır. 12 Eylül faşist darbesiyle zemini atılan karanlık bir toplum mühendisliği, 21 yılda eğitimin sistematik olarak gericileştirilmesi yöntemiyle işletilmektedir. “Yeni Türkiye’nin yeni yüzyılı” diye tekerleme gibi söyledikleri, işte bu uğraşın yoğunlaştırılmasıdır.

Oysa gören gözler için ne ibretler vardır!

Bugün Ortadoğu yine kan ve savaş halindedir. Çoğu hemen yanı başımızda din adı altında yapılan bu savaşlara bugüne dek ülkemizin sahne olmamasının başlıca nedeni, bu toprakların 100 yıl önce laiklikle tanışmasıdır. Laikliğin, yaygın bir yurttaşlık bilincinin, yüzünü çağdaşlığa dönmenin hem ilerlemek hem de korunmak için en büyük formül olduğu, güncel örnekler üzerinden bile bu kadar açıkça anlaşılıyorken, ülkemiz bugün laiklikten de laik eğitimden de önemli ölçüde koparılmıştır.

Okul öncesi eğitime, ilkokullara, ortaokullara mescit eklenerek, okul mekanlarının din ve farklı inançlar karşısında tarafsızlığı ortadan kaldırılmıştır. 

Zorunlu din dersinin yanına zorunlu seçmeli din dersleri konulmuş, okulların resmi tatil edildiği hafta öğretmenlere dini eğitim seminerleri düzenlenir hale gelmiştir.

Dini vakıflarla; Diyanet İşleri Başkanlığı ile yapılan protokollerle devletin asli görevi olan (bu nedenle de devredilemez nitelikteki) eğitim görevi bu vakıflara, diyanet personeline bırakılmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığının eğitim kurumları, 1924 öncesindeki eğitim sisteminin yeniden yaratıldığını gösterecek kadar büyümüştür.

Her türlü tarikatın, Millî Eğitim Bakanlığı’nın sözde denetiminde özel okulları var. Bunun dışında Açık Öğretim uygulaması üzerinden kurdukları medreselere öğrenci devşirmekteler.

Eğitim sistemi laiklikten uzaklaştıkça toplumu bütünleştirme amacından da işlevinden de uzaklaşmaktadır. Toplum, hızla bölünmektedir.

Bir tarafta dini eğitim ile sözde ne olduğunu açıkça belirtmedikleri öze döneceklerini düşünen iktidar ve onu destekleyenler, diğer tarafta ekonomik güçlerini kullanarak imkân var ise Türkiye’de yoksa yurt dışında çocuklarının geleceği için bilimsel, laik eğitimi satın alan zenginler. Ortada ise bu imkanlara sahip olmayan, siyasal İslama da teslim olmak istemeyen büyük çoğunluk var.

CUMHURİYETİN 100. YILINDA ÜÇ FARKLI NESİL YETİŞİYOR

Cumhuriyetin yüzüncü yılında eğitim sistemimiz birbirine yabancı üç farklı nesil yetiştiriyor. Üç farklı insan tipi, üç farklı kültür var iken geleceğe umutla bakmak zor olacaktır.

Eğitim sistemi, toplumsal uzlaşma noktasında hiçbir kuşkuya yer vermemelidir. Oysa toplumun büyük çoğunluğu çocuklarını siyasal iktidarın eğitimle ilgili politikalarından korumaya çalışıyor.

Eğitimdeki bu örgütlü kuşatmaya ancak örgütlü bir mücadeleyle karşı koyabiliriz.

Bu tabloyu değiştirmek, Cumhuriyet’in 2. yüzyılında verebileceğimiz en değerli sözdür. Ve yine kuşkusuz, bu ancak bu salonu dolduran değerli insanların, onların temsilcisi olduğu oluşumların ve daha fazlasının hep birlikte mücadelesiyle mümkündür.

EĞİTİMDE YAŞANAN GEÇMİŞE YOLCULUĞU BİRLİKTE DURDURACAĞIZ

Sendikamızın kurulduğu günden bu yana savunucusu olduğu laik, bilimsel, adil, kamusal ve çağdaş bir eğitimin neden nefes kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu anlatmak ve bu konudaki talebi güçlü biçimde örgütlemek zorundayız! Çocuklarımızın ve dolayısıyla ülkemizin geleceğini kurtarmak zorundayız. Başöğretmenin mirasına sahip çıkmak, ona layık olmak zorundayız.

Eğitim-İş olarak 23-27 Ekim haftasında, tüm kademelerde dersimiz Cumhuriyet ve Atatürk olacak. Cumhuriyet devrimlerini anlatacağız, eksik olan Cumhuriyet dersini hep birlikte tamamlayacağız. 

Eğitimde yaşanan bu geçmişe yolculuğu ancak birlikte durdurabiliriz ve durduracağız!

Ve ben inanıyorum ki Başaracağız!

“ORTAÇAĞ KARANLIĞINA DÖNDÜRÜLEMEYECEK”

Kongrenin açılışında Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun'un da mesajı okundu. Coşkun, "Atatürk'ün temel hedefi bağımsızlık savaşının kazanılmasından sonra Türk toplumunu laik ilkelere dayalı çağdaş uygarlık düzeyine taşımaktı. Bunun için laik ilkelere dayalı eğitim ve Aydınlanma Devrimlerini gerçekleştirdi. Bir süredir demokrasinin olanaklarından yararlanarak, politikada makamlar elde edenler, laik ilkelere dayalı eğitim düzeninin temellerinin sarsılması için çalışıyor. Atatürk'e kesin sözümüz var; yolumuzdan dönmeyeceğiz. Atatürkçüler umutsuz olamaz. Her ne yapılırsa yapılsın Türk milletini Ortaçağ'ın karanlıklarına geri döndüremeyeceklerdir. Kuvayı Milliyecileri bitiremeyeceklerdir" ifadelerini kullandı.

Orhan Bursalı ise konuşmasında, "Cumhuriyet ulus demektir. Ulus, yaratıcı insanlar topluluğu olmak zorundadır. Bu topluluğun kilit taşı da çok iyi bir eğitim sisteminin ülke çapında varlığıdır. Oysa devrim karşıtlarının 70 yıllık sürecinin merkezinde ülkeyi devralan politikacı tipinin, itibar aşkı için dini siyasetin merkezine giderek oturtması, bilimsel eğitimden uzaklaşması bulunuyor" dedi.

Genel Başkanımız Kadem Özbay ve gazeteci-yazar Orhan Bursalı’nın açılış konuşmalarının ardından oturumlara geçildi. Dokuz oturumdan oluşan kongrede alanlarında uzman 40 kadar bilim insanı ve eğitimci, eğitimin tüm alanları ile ilgili tespit ve önerilerini bilimsel çerçevede ortaya koyan bildirilerini sundu.

18. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ VE FAKİR BAYKURT ONUR ÖDÜLÜ PROGRAMI

Kongrenin ikinci günü, sendikamız Eğitim-İş’in 18. Kuruluş Yıldönümü ve Fakir Baykurt Onur Ödülü programı gerçekleştirildi. Eğitim-İş Kurucu Genel Başkanı Yüksel Adıbelli’ye, nice zorluklar ve mücadeleyle kurulan sendikamıza ve emek mücadelemize katkılarından dolayı plaketini, Genel Başkanımız Kadem Özbay verdi.

14 Ekim 2022 tarihinde Amasra’da yaşanan maden felaketi nedeniyle geçtiğimiz yıl Kuruluş Yıldönümü etkinliğimiz iptal edilmiş ve 2022 Fakir Baykurt Onur Ödülü programı da gerçekleştirilememişti. 2022 yılı onur ödülünün, TÖS’ün hayatta kalan son üç kurucusu, Naci Tataroğlu, Mevlüt Kaplan ve Avni Aytan’a verilmesi kararlaştırılmış, Avni Aytan’a ödülü Denizli Şubemiz tarafından verilmişti. Naci Tataroğlu’nun ödülünü, ilk Eğitim-İş’in kurucu Genel Başkanı ve Onursal Genel Başkanımız Niyazi Altunya, Mevlüt Kaplan’ın ödülünü ise Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı aldı. Niyazi Altunya’ya plaketini Genel Başkanımız Kadem Özbay, Erdal Atıcı’ya plaketini Genel Sekreterimiz Cengiz Sarıyer sundu.

2023 Fakir Baykurt Onur Ödülü sahibi Ressam Zafer Gençaydın’a ödülünü Genel Mali Sekreterimiz Hüseyin Selçuk, ilk Eğitim-İş’in kurucularından Erdal Çalı’ya ödülünü Genel Örgütlenme Sekreterimiz İlhan Yaşar verdi.

Eğitim-İş Marşına katkılarından dolayı Muarrem Baz’a plaketini Genel Basın Yayın ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Emine Çalık, Hızır İnan’a plaketini Genel Özlük Hukuk ve TİS Sekreterimiz Orhan Yıldırım sundu.

Kongrenin üçüncü günü gerçekleştirilen oturumların ardından, kongrenin sonuç bildirisi Genel Başkanımız Kadem Özbay tarafından okundu. Sonuç bildirisi şöyle:

EĞİTİM-İŞ SENDİKASI

CUMHURİYETİN 2. YÜZYILI EĞİTİM KONGRESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Tüm eğitim emekçilerinin sendikası olan Eğitim-İş, eğitim alanında yaşanan sorunları bilimsel çerçevede inceleyip tartışmak ve çözüm yollarını belirlemek amacıyla Ankara’da 20-22 Ekim 2023’de “Cumhuriyetin 2. Yüzyılı Eğitim Kongresi’ni düzenlemiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen kongre, 102 yıl önce 16-21 Temmuz 1921’de gerçekleştirilen Maarif Kongresi’nin yol göstericiliğinde gerçekleştirilmiştir.

Üç gün süren ve dokuz oturumdan oluşan kongrede alanlarında uzman 40 kadar bilim insanı ve eğitimci, eğitimin tüm alanları ile ilgili tespit ve önerilerini bilimsel çerçevede ortaya koyan bildirilerini sunmuşlardır. Oturumlar arasında yer verilen konferanslarda, Türk eğitim sisteminin genel görünümü, Avrupa’da ve Türkiye’de öğretmenlerin örgütlenme mücadelesi, eğitimde muhafazakârlaşma konularına yer verilmiştir.

KONGREDE ULAŞILAN TESPİTLER ŞU GERÇEKLERİ ORTAYA KOYMUŞTUR:

  1. Türkiye’de son 21 yıldır uygulanan politikalarla;
  • Eğitim milli ve demokratik olmaktan çıkarılmıştır.
  • Eğitim laik ve bilimsel olmaktan çıkarılmıştır.
  • Eğitim kamusal olmaktan çıkarılmıştır.
  • Cumhuriyetimizin geleceğinin güvencesi olan “Öğretim Birliği Yasası”nı yok sayan uygulamalar başlatılmıştır.
  1. Eğitimde gerçekleştirilen bu geri adımlarla, özgür düşünceli, sorgulayan, bilimi rehber edinen yurttaşlar yerine, sorgulamadan biat eden yurttaşlar yetiştirmeyi öğreten bir eğitim sistemi inşa edilmiştir.
  2. “Vatanı korumak çocuğu korumakla başlar” diyen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ülkemizde artık çocuklarımızı bile koruyamayan bir eğitim sistemi oluşturulmuştur.
  3. Diyanet İşleri Başkanlığı ile tarikat ve cemaatlerin açtığı eğitim kurumları, 3 Mart 1924 öncesindeki eğitim sisteminin yeniden yaratıldığını gösterecek kadar büyümüş, sıbyan mekteplerine dönüş hamleleri başlatılmıştır.
  4. Avrupa’nın birçok ülkesinden önce, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımasıyla, kız çocuklarının eğitime dâhil edilmesinde gösterdiği tutumuyla Dünyaya parmak ısırtan Cumhuriyet Türkiye’sinde bugün Milli Eğitimin en tepesine getirilen yöneticilerin, karma eğitimi bile tartışmaya açma cüretine sahip olduğuna tanık oluyoruz.

TÜM BU UYGULAMALAR KARŞISINDA DİYORUZ Kİ:

  • “Öğretim Birliği Yasası” çıkarıldığı tarihteki şekliyle aynen uygulanmalıdır. Yasanın öngördüğü şekilde tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmalı, adına eğitim kurumu denilen ancak bilim ve akıl temeline dayanmayan kuruluşların tamamı kapatılmalıdır.
  • Eğitimin vazgeçilmez en temel bir insan hakkı olduğu gerçeği düşünülerek ülkemizde yaşayan tüm çocuklar, 3 yaşından 18 yaşına kadar bilimsel temelli eğitim yapan kamu kurumlarında örgün eğitimden parasız yararlanmalı, okul öncesi eğitim, zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır.
  • Okulöncesinden liseye tüm okullarımızın, öğrencilerin coşkuyla gitmek istedikleri kurumlar olabilmesi için:
    • Eğitimin ayrılmaz bir parçası olan ulaşım ve beslenme ihtiyaçları giderilmeli, öğrencilere en az 1 öğün yemek ücretsiz olarak verilmelidir.
    • Öğrencilerin her türlü ders materyalleri sağlanmalı, okulların ısınma ve personel ihtiyacı giderilmelidir.
    • Cumhuriyetin 100. yılında ülkemizde halen ikili öğretim uygulamasının devam ettiği okular bulunmaktadır. Özellikle büyük kentlerde yaşanan ulaşım sorunları nedeniyle ikili öğretim, öğrencilerin eğitim hakkına olumsuz yansımalara yol açmaktadır. İkili öğretimden biran önce vaz geçilmeli, bunun için gerekli yeni okul binası ve altyapısı sağlanmalıdır.
  • Tüm ülkede olduğu gibi okul ortamlarında, öğrenci ve öğretmenlere yönelik şiddet olayları artmaktadır. Bunu kökten çözmek üzere, eğitim kurumlarını da kapsayan genel bir şiddet yasası çıkarılmalıdır.
  • Kültür, sanat ve spor derslerinin müfredattaki ağırlıkları giderek azaltılmış, bu dersler 8 yıllık temel eğitimde ve ortaöğretimde adeta dışlanmıştır.  Öğrenci gelişimi için büyük önem arz eden sanat ve spor dersleri ile felsefe dersinin ağırlıkları arttırılmalıdır.
  • Cemaat ve tarikatlara öğrenci kazandırmanın bir aracı haline getirilen her türlü örgün eğitim dışı uygulamalara son verilmelidir. Öğrencilerin fiilen okula gitmedikleri açık öğretim okulları ile çeşitli sanayii dallarında staj adı altında çalıştırmaya dayalı mesleki eğitim uygulamaları kaldırılmalıdır.
  • 1982 Anayasası’na atıf yapılarak Temel Eğitim Yasasına eklenen, AİHM kararıyla iptali istenen zorunlu din dersleri ve her türlü “zorunlu seçmeli” din dersleri programlardan çıkarılmalı, tüm derslerin içerikleri bilim dışı içeriklerden arındırılmalıdır.
  • Din adamlarına okul ortamlarında rol vermeyi amaçlayan ÇEDES türü uygulamalar ile tüm eğitim dışı aktörlere okullarda görev verilmesi uygulamalarına son verilmelidir.
  • 2012 yılında 4+4+4 yapılanması ile yeniden açılan imam hatip ortaokulları ve bunların devamı olan imam hatip liselerinin sayıları ölçüsüzce arttırılarak ortaöğretimde; genel eğitim ve mesleki eğitimin yanında, hiçbir gelişmiş ülkede benzeri olmayan yeni bir eğitim kulvarı oluşturulmuştur. Öğretim Birliği Yasasına aykırı olan bu uygulamaya son verilmelidir.
  • Laik ve bilimsel eğitimden yana olan eğitim emekçileri, eğitimin içeriğinden, yaygın eğitim kurumlarının programlarına kadar her alanda söz sahibi olmalıdır.  Milli Eğitim Bakanlığı, eğitime dair kararlarını bilim insanları, eğitim emekçileri ve temsilcilerinden oluşan kurullarda almalıdır.
  • Ülkemizde öğretmenlerin yetiştirilmesinden istihdamına ve mesleki haklarına kadar, temel birçok alanda gerileme yaşanmıştır. Öğretmenlik mesleğini yeniden saygın hale getirmek için:
  • Öğretmenler arasında ayırıma yol açan Öğretmenlik Meslek Kanunu yürürlükten kaldırılarak yerine, öğretmenlerin hak ve sorumluluklarının tanımlandığı yeni bir düzenleme yürürlüğe konulmalıdır.
  • Öğretmen yetiştirmeyi, pedagojik formasyon kurslarına indirgeyen popülist uygulamalardan vazgeçilmeli, öğretmen atamalarında uygulanan, “bizden mi değil mi” tespitini yapmak üzere uygulanan mülakat kaldırılmalıdır.
  • Öğretmen istihdamında atanmayan öğretmen kalmayacak şekilde istihdamda arz-talep dengesini esas alan etkili bir planlama yapılmalıdır.
  • Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamasına son verilmelidir.
  • Eğitim ve öğretim hizmetleri, Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmeti olarak tanımlanmaktadır. Bu açık hükme rağmen özel okulların eğitimdeki payı giderek artmaktadır. Eğitimin özelleştirilmesi politikalarına son verilmelidir.
  • Cumhuriyetin bir aydınlanma projesi olan Halk Eğitimi Merkezleri bürokratik bir kamu kuruluşu olmaktan çıkarılarak demokrasi ve yurttaşlık, çevre duyarlılığı, toplumsal cinsiyet duyarlılığı, kent kültürü vb. konularda halkın bilinçlenmesine katkıda bulunacak bir yapıya kavuşturulmalıdır. 
  • Cehaletin ortadan kaldırılması için öncelikle kadınlar olmak üzere yetişkin nüfusun okuma yazma ve temel eğitim sorunları çözümlenmeli, başta açık öğretim kurumları olmak üzere yetişkinlere öğrenme olanağı sunan kurumlar çeşitlendirilmeli, yetişkinlerin bu kurumlara devam etmesi özendirilmelidir.
  • Çeşitli nedenlerle ülkemize göç edip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alan yetişkinler ve bunların çocuklarının, vatandaşı oldukları, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim ilkeleri doğrultusunda eğitim almaları projelendirilmelidir.
  • Üniversiteler, siyasi iradenin son 20 yıldır uyguladığı baskılar nedeniyle özerkliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Bilimsel düşüncenin ancak özerk üniversitelerde doğup gelişeceği gerçeği hiçe sayılarak Türkiye’de yükseköğretim sistemi, üniversitelerine güvenmeyen ve merkezi otorite tarafından daha sıkı kontrol edilen kurumlar haline gelmiştir. Bu politikanın sonucunda üniversitelerimiz bilim üretemez hale gelmiş, özellikle son on yılda dünya sıralamasında gerilere düşmüştür.
  • Üniversitelerin bilim merkezleri olabilmesi için 12 Eylül Askeri Yönetimince getirilen 2547 Sayılı YÖK Yasası kaldırılmalı, 1961 Anayasasının üniversitelere getirdiği özerklik yeniden uygulamaya konulmalıdır.

 

SÖZÜMÜZ VAR

Eğitime ilişkin kongrede belirlenen tespitler, eğitimde örgütlü bir kuşatma ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu örgütlü kuşatma ancak örgütlü, demokratik bir mücadele ile kırılabilir. Büyük Atatürk’ün yeni kuşakları emanet ettiği öğretmen ve tüm eğitim emekçilerinin sendikası olan Eğitim İş, tüm mensuplarıyla bu mücadeleyi sürdürmede kararlıdır.