Güncel Sendika Haberleri

31 Ekim, 2013

DANIŞTAY’DA DAVA AÇTIK… İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAVUNUYORUZ AMA LAİKLİĞİ YIKMA ÇABASINA GEÇİT YOK !

AKP hükümeti, 08.10.2013 tarih ve 28789 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren; Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik ile 02.09.1925 tarih ve 2413 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında değişiklik yapılmasına dair 04.10.2013 tarih ve 2013/5443 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile devlet memurlarının dini kıyafetleriyle görev yapmalarına olanak sağlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri’nin Büyük Önderimizin ve O’nun kurucusu olduğu Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş bir devlet ve toplum kurma hedeflerini rafa kaldırarak yok etme hak ve yetkileri yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliği, keyfi düzenlemeyi yaşama geçiren hükümetin temsil ettiği siyasi anlayışın Anayasa’yı açık bir kasıtla yok sayan tasarruflarıyla ağır biçimde tahrip edilmiştir. Dünya üzerinde kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu, toplumun bütün renklerinin kardeşçe kendisini ifade edebildiği tek İslam toplumu olan halkımız, hızla çağdaş toplumların acıyarak baktığı şer’i kurallarının hüküm sürdüğü geri kalmış toplumlar ligine itilmektedir. Düzenleme bu olumsuz sürecin aşamalarından birisidir ve “Anayasaya”, “Anayasaya aykırı oldukları ileri sürülemeyen devrim kanunlarına”, “ulusal” ve “uluslararası yargı kararlarına” aykırıdır.

Düzenleme Anayasaya Aykırıdır

“Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11 inci madde hükmüne göre Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Maddenin ilk fıkrasında sözkonusu hukuki gerçek ifade edilmişken, ikinci fıkrasında ise “kanunların Anayasaya aykırı olamayacağı” yönündeki kural ile yasama yetkisiyle ilgili yasak belirginleştirilmiş ve bu yetkinin suistimal edilme olasılığı bertaraf edilmiştir.  Buradan hareketle, sökonusu Bakanlar Kurulu kararının Anayasal kural ve yasaklara mutlak biçimde uyumlu olmasının zorunlu olduğu açıktır. Somut olayda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, uymakla yükümlü olduğu Anayasa’yı belirgin bir kasıtla ihlal etmiştir. Şöyle ki: 

Anayasa’nın Genel Esaslar başlıklı Birinci Kısmı altında yer alan ve Cumhuriyetin Nitelikleri alt başlıklı 2 nci madde hükmü aynen “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” şeklindedir. Hükümde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında laiklik açık biçimde ifade edilmiştir. Anayasa’nın aynı kısım altında yer alan ve Değiştirilemeyecek Hükümler alt başlığını taşıyan 4 üncü maddesinde yer alan ; “Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” kuralıyla devletin laik niteliğinin değiştirilebilmesi; hatta değiştirilmesinin teklif dahi edilebilmesi yasaklanmıştır. Hiçbir hak ve özgürlük talebi bu yasağın çiğnenmesi gerekçesi yapılamaz. Zira Anayasanın Temel Hak ve Ödevler başlıklı 2 nci kısmında yer alan Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılmaması alt başlıklı 14 üncü madde hükmüne göre ise, Anayasada yer alan hak ve özgürlüklerinin hiçbirisinin laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler şeklinde kullanılamayacağı hususu kurala bağlanmıştır. Anayasada laiklik hassasiyetli sayılan hükümlerle de sınırlı kalmamış, din ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alındığı 24 üncü maddede, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temelini din kurallarına dayandırma arayışları ile din istismarı yine açık bir dille yasaklanmıştır : Anayasanın aynı kısım altında yer alan “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24 üncü maddesinin ilk fıkrasına göre herkes vicdan, dini inanç ve kanaat özgürlüğüne sahiptir. Sözkonusu Anayasa hükmünün 5 inci fıkrasına göre ise,Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Kamu görevlilerinin dini aidiyetlerini dışavurmaları Anayasal koruma altında bulunan laik ilkesine telafi edilmesi olanaksız zararlar verecektir.

Düzenleme, Anayasaya Aykırılığı İleri Sürülemeyen Devrim Yasalarına Aykırıdır

Anayasanın Beşinci Kısım başlığı altında yer alan, İnkılap kanunlarının korunması başlıklı 174 üncü maddesine göre “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz. ” “2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun” una göre kamu görevlilerinin görevlerini başında türban ya da sair dini kıyafetle yerine getirebilmeleri mümkün değildir.

Düzenleme, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın Yerleşik Içtihatlarına Aykırıdır

Anayasanın madde 153/son hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Kamuda dini simge serbestisi Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın konuyla ilgili yerleşik içtihatlarına aykırılık oluşturmaktadır.

Düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına Aykırıdır

Kamu görevlilerine görevlerini dini kıyafetleriyle yapma serbestisi getiren düzenleme sonrasında kamu hizmeti alan farklı inançlara sahip olan kişiler ya da hiçbir inanca aidiyet hissetmeyenler üzerinde baskı oluşabilecektir. Hukuk dışı girişim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına açıkça aykırılık oluşturmaktadır. AİHM, 15.02.2001 tarihinde verdiği DAHLAB-İSVİÇRE kararında başını dini simgeyle kapattığı için ilköğretim kurumlarında öğretmenlik yapmasında izin verilmeyen öğretmenin başvurusunu reddetmiştir. AİHM, bu tür bir talebe izin verilmesinin diğer dinlere ait giyim ve sembollerin de kullanımını gerektireceğini, bu durumda ise okullarda devletin tarafsızlığını tehlikeye düşüreceğini ifade ederek yasağın başkalarının hak ve özgürlüklerinin, kamu güvenliğinin ve kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı ve demokratik bir tedbir olduğuna hükmetmiştir.  Düzenlemenin iptal edilmemesi halinde, iç hukuk yollarının tüketilmesiyle birlikte takiben yüzbinlerce kişinin Türkiye Cumhuriyeti aleyhine AİHM huzurunda tazminat davası açma arayışları gündeme gelecektir. Bu tür bir girişimin mali sonuçlarını hükümetin göğüsleyebilmesi olası değildir.

Laik Demokrasilerde Devlet Adına Hizmet Sunanlar, Aidiyet Hissettikleri İnanç Sistemine Vurgu Yapamazlar. Özgürlükçü Demokrasi Bu Yasağın Gölgesinde Yeşerir

Soyut bir varlık olan devlet, kamu görevlisinin bedeninde ete kemiğe bürünerek cisimleşir ve görünür hale gelir. Laik devlet sisteminde hedef, devletin hükümranlığı altında bulunan yurttaşlarının tamamının inançlarına eşit mesafede konumlanmasını sağlamak olduğu için, kamu görevlisinin görüntüsü ve davranışları devletin tarafsızlık iddiasını tartışılır hale getirmemelidir.  Bu nedenle laik devlet modelinde devlet aygıtını cisimleştiren kamu görevlisi görevi başında aidiyet hissettiği bir inanç grubuna vurgu yapamaz. Zira, inancını görünümüyle dışavuran kişinin eliyle sunulan hizmeti haklı bulmayan ve farklı bir inanca sahip (ya da inanmayan) yurttaş, kamu hizmetinin taraflı olarak sunulduğunu düşünebilir. Türban takan Sünni inanca sahip bir kamu görevlisinin, Alevi inanca aidiyeti belirgin bir yurttaşa devlet adına sunduğu hizmette yaşanan aksaklık, haklılığına sonuna kadar inanan ancak haksız olan alevi yurttaşın devlete olan güvenini derinden sarsacaktır.

Çağdaş devletlerin tamamında laikliğin devlet yapılanmasının temelini oluşturması ve bu nedenle bu ülkelerin tamamında kamu görevlilerinin inançlarını ön plana çıkaran kılık ve kıyafetle hizmet sunmalarının mümkün olmamasının nedeni, toplumsal barışı ve huzuru bozma potansiyeli taşıyan, yurttaşların eşitlik ve adalet beklentisini tahrip etme olasılığını ortadan kaldırmaktır. Bütün inanç türlerine eşit mesafede durmak zorunda olan laik devlet kadrolarında görev almak isteyen yurttaşlar devletin tarafsızlığına gölge düşürmemeyi hedefleyen ve bu yönüyle farklı inanç gruplarını barındıran toplumlarda iç barışın temelini oluşturan bu gerçeği bilerek kamu görevlisi olmaya talip olurlar. Kamu görevlisin “sadece kamu hizmeti sunduğu zaman dilimi ile sınırlı olmak üzere” uymakla yükümlü olduğu kılık-kıyafet yükümlülüğü, görev başındayken iç dünyasında ve özel yaşamında kıyafetiyle özgürce inancını yaşamasına engel teşkil etmez. Çünkü laik devlet yurttaşının belirli bir inanca sahip olması ya da hiçbir inanca aidiyet hissetmemesi nedeniyle baskı altına alınmasını somut hukuk kurallarıyla yasaklar. Buna göre, devletin tüm inanç sistemlerine eşit mesafede durduğu laik devletin bu iddiası, kendisini görünür hale getiren kamu görevlilerinin görünümüyle anlamlı ve inandırıcı olur.

Düzenleme, Laik Devletin Güvencesi Altında Olan Vicdan ve İnanç Özgürlüğünü Tahrip Edecektir

Yukarıda yer verilen Anayasal ilkelerde yer aldığı üzere Türkiye Cumhuriyeti “laiklik ilkesi” üzerine inşa edilmiştir. Cumhuriyetin 29 Ekim 1923 tarihinde ilanı ile birlikte, hazırlanan devrim yasalarıyla, sosyal ve siyasal yaşamın hemen her alanında laiklik ilkesi yaşama geçirilmiştir. O dönemden bu döneme, zaman zaman karşı devrimci yapılanmaların etkisiyle laiklik ilkesinden ödünler verilmişse de halihazırda, yürürlükteki mevzuat ve yargısal uygulamalar sayesinde laiklik ilkesi hala rejimin değişmez unsurudur. Kurucu iradenin üzerine titrediği laik devlet yapısı sayesinde kadın sosyal yaşamın içerisine alınmış, değişik din ve mezhepler, inanç sistemlerine yaşama hakkı sağlanmıştır. Düzenleme, laik devlet modelini rafa kaldırmaya yönelen bir tasarruftur. Daha önce “laik cumhuriyet karşıtı” çalışmalar yaptığı için kapatılan bir siyasal partinin devamı niteliğindeki mevcut hükümetin ileri gelenlerinin hemen hepsi, laiklik konusundaki mevcut yasal düzenlemelere karşı olduklarını defalarca kamuoyuna açıklamışlardır. Bu girişimlerin yerleşikleştirilmesi için seçilen asli sembol ise “türban”dır. Türban, 1980’li yılların başlangıcında birdenbire ortaya çıkarılmış ve tüm Cumhuriyeti kuşatma harekatının bayrağı haline getirilmiştir. Bu uğurda, zaman zaman toplumsal infial yaratacak açıklamalardan da çekinilmemiş, hatta en yetkili ağızdan “yüksek yargı dahi kontrolsüzce kınanabilmiştir.

Laiklik olmaksızın demokrasi olmaz. Dünyada bu gerçeğin aksini ortaya koyan tek bir devlet yapılanması örneği yoktur. Laikliği dışlayan devletlerin “tamamında” kadın sosyal yaşamdan soyutlanarak eşit bir insan olmak bir yana “meta”ya dönüştürülmüş; erkeğe mutluluk vermeye özgülenmiştir. Yine laiklik ilkesinin olmadığı devletlerin tamamında, toplumu oluşturan diğer inanç grupları ya da inançsızlar üzerinde ağır baskı kurularak, farklı renkler devlet vahşetiyle yok edilme sürecine sokulmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade; yıkılmış, tarumar edilmiş bir imparatorluktan geriye kalan eğitimsiz, yoksul, savaşlar nedeniyle genç nüfusunu tamamına yakınını kaybetmiş bir toplumdan bugün çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmış bir Cumhuriyet yaratmıştır. Anadolu coğrafyasını ve geri kalmış toplumların hayallerini güneş gibi aydınlatan bu Cumhuriyet Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğü ve dehasını gözler önüne sermektedir. Türkiye Cumhuriyeti yargı kurumlarının, kendilerini var eden iradeyi ve o iradenin sonucu olan siyasal rejimi korumakla yükümlü olduklarının farkında olduklarını umut ediyoruz. 

                                                                                                      MERKEZ YÖNETİM KURULU