Eğitim-Bir-Sen tarafından “GECİKMİŞ BİR REFORM MÜFREDATIN DEMOKRATİKLEŞTİRİLMESİ” adı altında bir rapor hazırlamıştır. Bu raporun yayımlanmasından hemen sonra Milli Eğitim Bakanlığı müfredatla ilgili taslak programını kamuoyu ile paylaşmıştır.
Öncelikle EĞİTİM BİR SEN tarafından hazırlanan raporda; Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin müfredattan çıkarılarak dersin konularının Tarih dersi içine dahil edilmesi, 1 inci sınıftan itibaren Din ve Ahlak eğitiminin müfredatta yer alması gerektiği vurgulamıştır.
Müfredatın demokratikleştirilmesini istediğini söyleyen bu sendikanın web sayfası incelendiğinde: 1992 yılında kurulduğu, tanıtım filminde onlarca kurucusundan yalnızca üçünün kadın olduğu, sekiz yıl kesintisiz temel eğitime karşı olduğu ve dolayısıyla 4+4+4'ü savunduğu (bunlar metnin içinde de savunuluyor) ayrıca son 10-15 yılda AKP iktidarının yaptığı değişikliklerde emeği ve katkısı olduğu anlaşılmaktadır.
EĞİTİM-BİR-SEN’in raporunda;
Metnin Atilla Olçum imzalı "Teşekkür" sayfasında "mevcut öğretim programlarının inceleme ve değerlendirilmesini insan, irfan, medeniyet hassasiyeti, demokratik duyarlıkla ve akademik disiplinle yapan" 45 kadar akademisyene "içerik ve teknik katkıları için teşekkür" edilmiştir. Bir kısmının özgeçmişi araştırıldığında çeşitli üniversitelerde çalıştıkları, tarih, coğrafya, kimya, psikoloji, Türkoloji, din eğitimi, ölçme-değerlendirme vb. farklı alan uzmanı oldukları, bazılarının değerler eğitimi çalıştığı, birinin Ensar Vakfı kurucusu olduğu görülebilir. İçlerinde akademik çalışmaları program geliştirme/program değerlendirme olan birine rastlanmamıştır. Paragrafın devamında 90 şubede kurulan komisyonlarda "uygulamaya dönük bilgi ve önerileri, reel gerçekliği (ne demekse?) tespit" eden öğretmenlere teşekkür edilmiştir.
Yönetici Özeti alt başlığında Eğitim-Bir-Sen, bazıları bu çalışmanın kapsamı içinde olmayan, bazıları da algı eksikliği, yanlış anlama ya da yanlış bilgi denebilecek ifadelerle mesajlarını belirtmiştir. Türkiye'de eğitimin temelleri ve endoktrinasyon başlığı altında;
Ayrıca;
Nitekim, Eğitim-Bir-Sen’in bu metne yukarıdaki ifadeleri yazabilmelerine, 1950'lerden sonra eğitim politikalarında söz sahibi olanların Cumhuriyet ilkelerinden tavizler vermesi neden olmuştur. Cumhuriyet ilkelerinden sapmayı “farklılıklar”, bu yönde sapmaları önleyici ilkeselliğe de “tek tipçilik” denmesi, Eğitim-Bir-Sen’in temsil ettiği cumhuriyet karşıtı görüşün bilinen üslubudur.
Mustafa Kemal önderliğinde halkın da örgütlenerek başardığı "Kurtuluş Savaşı"nın ardından, hatta henüz savaş devam ederken Türkiye Cumhuriyeti devleti, yetiştirmeyi hedeflediği çağın insanının özelliklerini belirlemiştir. Devletin ve milletin bütünlüğünün ancak eğitim sisteminin bütünlüğü ile sağlanabileceğini vurgulayan büyük önder, 3 Mart 1924'te Eğitim Birliği Yasasıyla eğitim sisteminde birliği sağlayacak büyük bir adım atmıştır.
Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda başlatılan eğitim seferberliği dünyaya örnek olacak bir başarı göstermiştir. Yedi düvelle savaşmış yoksul bir ülkenin ilk 15-20 yıl başarılı olarak sürdürebildiği dönüşümün ürünleri olan yurtseverler, bu gün de güçlü bir biçimde bu ilkeleri savunmakta ve yaşatmaktadırlar. Geliştirerek yaşatmayı sonsuza kadar da sürdürecektirler. Ülkenin yaşadığı yönetim zafiyeti, zaman zaman yapılan askeri müdahaleler, cumhuriyet ilkelerinin uygulanması halinde menfaatleri zarar görecek dinci gruplar, aşiretler ve gelişime ayak uyduramayan kesimler, cumhuriyet devrimlerinin yaygınlaşmasının önünde engel oluşturmuşlardır. Bugün “müfredatın demokratikleştirilmesi” başlığı altında önerilenler de cumhuriyet ilkelerinin yok edilmesi talebinden başka bir şey değildir. Uluslararası ölçme sonuçlarında ne kadar gerilerde olduğumuzun belirlendiği bugünlerde Türk Eğitim Sisteminin en temel ihtiyacı bilime dayalı reformları hayata geçirmektir. Hal böyle iken, “demokratikleşme reformu” başlığı ile din derslerinin birinci sınıftan başlatılmasının, dünyanın model aldığı Atatürk ilkeleri ve inkılaplarının programlardan kaldırılmasının isteniyor olmasının, 45 kadar akademisyenin katkı verdiği belirtilen bir metinde yer alması kara mizahtır.
Son 10-15 yıldır YÖK'ün ve Üniversitelerarası Kurulun oluşturduğu Doçentlik Jürilerinde, adayın başvuru yaptığı alan dışından profesörlere görev verilmesi ve defalarca yapılan itirazlara rağmen bu yanlışın sürdürülmesi, öğretim üyelerinin niteliğini zedelemiştir. Eğitim bilimleri jürilerinde turizm, tarih, giyim teknolojisi, teoloji, arkeoloji vb. profesörler görevlendirilmektedir. Bu durum ve yaşanan bazı deneyimler, hükümetin paralel yapı olarak nitelendirdiği cemaatlerin bu işte parmağı olduğu izlenimini vermektedir. Böylece adayların bu alanda derinleşmeleri engellenmekte ve bu bilim alanında yetkinleşmemiş kişilerin söz söyleme cüreti bulmalarına yol açılmaktadır.
"Evrensel hukuk çerçevesinde Türkiye'de eğitim" başlığı altında eğitim hakkı ve bu hakkın kullanılması ile ilgili yasa, yönetmelik ve sözleşmeler "anne-babaların dinsel ve felsefi inançlarına saygı gösterme" ölçütüne göre yorumlanmıştır. Oysa bir eğitim sendikası evrensel hukuk çerçevesi başlığı altında çocukların eğitim hakkından yararlanamaması, eğitim hizmetlerinin özelleştirilmesi, örgün eğitim dışında bırakılanlar, çocuk yaşta evlendirilenler, çocuk işçiler, cemaat yurtlarında yananlar, tecavüze uğrayanlar, niteliksiz eğitim hizmetine muhatap olanlar, okulda şiddet yaşayanlar, zorunlu din dersleri, bu konuda AİHM'in kararının uygulanmamasını sorgulamalıydı.
"Talim ve Terbiye Kurulu misyon ve işlev" başlığı altında TTK'nın işlevi tartışılarak "Detaylı ders müfredatlarının oluşturulması ise genellikle yerel otoritelere veya okulların kendisine bırakılmaktadır (neresi örnek verilmiş?). Türkiye'de de benzer bir uygulamaya geçilmesi, böylece öğretmen ve okulların müfredat oluşturma ve uygulama konusunda daha fazla inisiyatif almalarının sağlanması faydalı olacaktır." denmektedir. Yıllardır liyakat ölçütü yerine politik atamaların yapıldığı Talim ve Terbiye Kurulunun kurulduğu zaman yüklendiği misyonu yerine getirdiği söylenemez. Bu kurulun ihtiyaca göre geliştirilmesi ve bilimsel yöntemlerle çalışmasının önerilmesi beklenirdi. Eğer öğretmen eğitiminde öğretmeni öğretim programı hazırlama, uygulama ve değerlendirme becerileri ile donatabilmiş olsaydık, yani sertifika vererek öğretmen yapmayıp, her hangi bir üniversiteden mezun olanı öğretmen atamasaydık, eğitim bilimleri kadrolarında istihdam edilen akademisyenler eğitimde program geliştirmenin bilimsel temellerine vakıf olsaydı, öğretim programlarının yerelde ve okullarda yapılması savunulabilirdi.
"Müfredat reformuna ihtiyaç" başlığı altında programların 2012'ye kadar Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda hazırlandığı, ulusal değerleri geliştirmeye yönelik olduğu eleştirilmiş, nihayet 2012 programları ile "Andımız'ın okutulmasının kaldırılması, Milli Güvenlik dersinin kaldırılması, 19 Mayıs kutlamalarının okullardan kaldırılması" iyi örnekler olarak övülmüştür. Program reformuna neden ihtiyaç duyulduğu, nereden parasal destek aldığı bilinen "bir ders kitabı inceleme araştırmasının" bulguları gerekçe gösterilerek savunulmuştur. Söz konusu araştırmada, kitaplarda "vatanım için ölürüm" ifadesi, insan hakları ihlali olarak değerlendirilmiş, kitaplar Kemalist ve aşırı milliyetçi bulunmuştur. 15 Temmuz darbe girişimini henüz yaşamış, terör saldırılarında ve terörle mücadelede her gün onlarca şehit veren bir ülkede eğitim programlarından vatanı, birliği, milli değerleri kaldırırsanız ülke parçalanır. Bu Sendika kimlerin değirmenine su taşımaktadır?
"Raporun amacı ve kapsamı" başlığında yürürlükteki öğretim programlarını kendi belirledikleri ölçütlere göre değerlendirmeyi, öneriler getirmeyi amaçladıkları yazılmıştır.
Çalışma gruplarının yazdıkları incelendiğinde;
Bu raporları yazanların, program okur yazarlığı, öğrenme öğretme kuramları ve ölçme değerlendirme konularında bazı sorunları ve yetersizlikleri olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, Öğretim Programından öğretmenin nasıl yararlanması gerektiğini, öğretmenin bir teknisyen olmadığını, öğretmenin programı her sınıftaki öğrencisinin hazırbulunuşluk düzeyine göre düzenleme yetkisinin olduğunu, okuttuğu sınıfın gereksinimlerine göre ön öğrenmelere dönmesi gerektiğini, uyguladığı programın ölçme araçlarını da hazırlayabileceğini bilmeleri ve 'kazanımlar işlenirken' gibi yanlış bir dil kullanmamaları gerekirdi.
Milli Eğitim Şuraları
Türk Eğitim tarihinde ilk defa 1-5 Kasım 2010'da 18. Milli Eğitim Şurası (MEŞ), Ankara'da "Şura Salonu" varken Ankara dışında bir cemaatin otelinde, 2-6 Aralık 2014'de de 19. MEŞ’ Antalya'da yapılmış, eğitim bilimleri alanında uzmanların yoğun olarak bulunduğu Ankara'daki öğretim üyelerinin izleyici olarak katılma taleplerine de yanıt verilmemiştir. 19. MEŞ'in tartışma konuları ve kararları incelendiğinde Eğitim-Bir-Sen'in MEŞ'e yön verdiği görülmektedir. 19. MEŞ'de tartışılanlar:
1.Okul öncesi eğitimde değerler eğitimine yer verilmesi. (Değerler eğitimi programı MEB tarafından Hizmet Vakfı'na yaptırılmıştır.)
2.İlkokul 1., 2. ve 3.sınıflara da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin konulması.
3.İlkokulda Trafik Güvenliği ve İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi derslerinin haftalık ders çizelgesinden kaldırılması.
4.Ortaokulda hafızlık eğitimi alacak öğrenciler için ara verme süresinin 1 yıldan 2 yıla çıkarılması ve ara verilen sürelerde öğrencilere sınav hakkı verilmesi.
5.Değerler Eğitimine öğretim programlarında etkin bir şekilde sarmallık anlayışıyla yer verilmesi.
6.Ortaokullarda okutulan "T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" dersi programının gözden geçirilerek güncel anlayışlar ve yöntemler doğrultusunda yeniden yazılması.
7."Osmanlı Türkçesi" dersinin zorunlu bir ders olarak bütün liselerin öğretim programlarında yer alması.
8.Anadolu otelcilik ve turizm meslek liselerinin öğretim programlarından 'Alkollü içki ve kokteyl hazırlama' dersinin kaldırılması.
9.Kutlu Doğum Haftası ve Aşure Günü'nün belirli gün ve haftalar kapsamına alınması.
Burada bir kısmı verilen önerilerle Eğitim-Bir-Sen'in hazırladığı metindeki önerilerin örtüşmesi MEB'in 19. MEŞ'i bu sendikaya hazırlattığı izlenimi vermektedir. 18.03.2016 tarihinde MEB, TTK Başkanlığı'nın web sayfasında "Taslak Öğretim Programları" içinde yer alan 9-10-11 ve 12. sınıflarda gelecek dönemden itibaren okutulacağı belirtilen Tarih Program Taslağı, tam da Eğitim-Bir-Sen'in önerdiği özellikleri taşıyordu. Komisyonda kimlerin görev aldığı belirtilmiyordu. Türk, Türkiye Cumhuriyeti diyemeyen, içinde Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal, Misak-ı Milli kavramları olmayan, yalan yanlış dini bilgiler veren, Osmanlı saray eğlencelerini anlatan, Türkçe ve bilgi yanlışları ile dolu bir paçavra idi. Bu program taslağında da tıpkı Eğitim-Bir-Sen'in metninde olduğu gibi "coğrafya" sözcüğü bir yer, bir bölge anlamında kullanılmıştır. "Coğrafya" sözcüğü bir bilim alanı adıdır. Hazırlayanların içinde Coğrafya alanının profesörleri bulunan bir metinde coğrafya kavramının doğru kullanılması dahi becerilememiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın düzenlediği Milli Eğitim Şuralarında ve adında eğitim sözcüğü olan sendikaların yaptıkları çalışmalarda; İkili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimin özelleştirilmesi, birleştirilmiş sınıflar, kalabalık sınıflar, içinde bazı terör örgütlerinin reklamı yapılan ve çocukların algısını bozan kitaplar, ücretli öğretmen istihdamı, atanmayan öğretmenler, taşımalı eğitim, altyapısı bozuk okullar, öğrenciden katkı parası alınması, okullarda yaşanan şiddet, temel lise ve TEOG garabeti, uluslararası sınavlardaki başarısızlık, çalınan sorular ve şifrelenen sınavlar, çocukların dini vakıfların kucağına itilmesi, öğretmenliğin sertifikaya bağlanması, öğretmenlerin mesleki gelişiminde yaşanan zorluklar, çocukların örgün eğitim sistemi dışında bırakılması, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde tecavüze uğraması, yanarak yaşamını kaybetmesi gibi hemen akla gelen sorunları tartışmaları, çözüm önerileri getirmeleri gerekirken, Atatürk İlke ve İnkılaplarına, Öğretimin Birleştirilmesine ve ulusal değerlere karşı savaş açtıkları, açıkça görülmektedir.
Taslak Öğretim Programları
Bilindiği gibi 2005'de MEB, mevcut programlarla PISA ve TIMSS gibi uluslararası sınavlarda başarısızlığımızı gerekçe göstererek, ilköğretim 1-5, daha sonraki yıllarda da kademeli olarak 6-7-8 ve lise programlarını büyük iddialarla değiştirmiştir. Programların hazırlanma sürecinde, eğitim programları alanındaki bilim insanlarının yer almadığı, programların farklı alandan kişilere teslim edildiği, bilimsel ilkelere uyulmadan hazırlanan bu programlarla ilgili, üniversitelerde yapılan araştırmaların bulguları doğrultusunda yapılan eleştiriler MEB tarafından ciddiye alınmamıştır. Bazıları velilerin şikayeti üzerine Danıştay tarafından iptal edilen, küçük düzeltmelerle 2009 programı diyerek ısrarla uygulamaya konan bu programların ciddi bir program değerlendirme araştırması da yapılmadan MEB'in kararıyla başarısız olduğuna karar verilmiştir. Acele acele, yanlışlarla dolu ve ücretsiz dağıtılan kitapların içinde bir cemaatin reklamının yapıldığı, örtük iletiler verildiği anlaşılınca (kitaplarla ilgili çok sayıda bilimsel araştırma yapılmış ve yayınlanmış olmasına karşın MEB durumu ancak 15 Temmuzdan sonra anlamıştır) da kitaplar iptal edilmiştir. 2015'de MEB çok sayıda dersin programını yeniden değiştirmiştir (yine el yordamıyla, bilim dışı yöntemlerle).
Eğitimde Program Geliştirme dünyada 19.yy'dan beri, Türkiye'de 1965'den beri lisans, yüksek lisans ve doktora düzeylerinde eğitim veren bir bilim alanıdır. Bilimsel yöntemlerle çalışır. Program hazırlama ve geliştirmede farklı alan uzmanlarının bilgi ve donanımlarını birleştirerek, bilim alanının ilkeleri doğrultusunda ve sistem yaklaşımıyla çalışıldığında başarıya götüren programlara ulaşılabilir. 2000'lerin başına kadar MEB, program çalışmalarında hem üniversitelerdeki uzmanlardan destek alırdı hem de zaten Program Geliştirme uzmanlarını istihdam ederdi. MEB'de ciddi bir program geliştirme birikimi oluşmuştu. AKP iktidara gelir gelmez bu uzmanları görevlerinden uzaklaştırdı ve yerlerine konunun yabancısı kişiler geldi. Bugün MEB hukuk, işletme, iktisat gibi alanlardan mezun olanları eğitim uzmanı yapmaya çalışmaktadır.
Program geliştirmeye, uygulanmakta olan programı bilimsel yöntemlerle değerlendirerek ve ihtiyaç analizi yaparak başlanır. Başarılı ülkelerin programlarını taklit ederek, farklı dillerden çeviri yaparak yazılan program taslakları ile bir yere varılmaz. MEB'in 2005'den beri yaptığı hiç bir program öncesi (2017 müfredat taslağı dahil) ihtiyaç analizi yapılmamış, programa uygun altyapı düzenlenmemiş, öğretmenler programların uygulanması konusunda yeterince eğitilmemiş, programın uygulanma sürecinde ve bitiminde sistematik değerlendirmeler yapılmamıştır.
Eğitim Bir Sen mutfağında hazırlanan bu taslak rapor ile örtüşen yeni müfredat programı AKP’nin eğitim politikası ile ilgili gelecek günlere ışık tutmaktadır. 4+4+4 uygulaması da aynı bu yöntemle önce STK’lar üzerinden tartışmaya açılmış ve sonrasında uygulanması hususunda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır.
İyi bilinmelidir ki, dünyaya model olan Türk İnkılapları, bu gün bazı sarsıntılar geçiriyor olsa da, Cumhuriyet eğitiminin yetiştirdiği vatanseverlerin çabalarıyla sonsuza kadar gelişerek yaşayacaktır. 1950'lerde tamamlanmasına engel olunan Türk İnkılapları tamamlanacak ve Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün gösterdiği "muasır medeniyetlerin” üzerine çıkacaktır. Kurtuluş Savaşı vererek ülkeyi dıştan gelen saldırılara karşı nasıl kurtardıysak, demokratikleştirme maskesiyle yapılan iç saldırılarla da baş edilecektir. Dünyada Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha yetiştirmiş başka bir ülke yoktur ve milletimiz bu şansının ayrımındadır.
EĞİTİM VE BİLİM İŞ GÖRENLERİ SENDİKASI MÜFREDAT RAPORU İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ