10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu bildirge, insan haklarının evrenselliğini, dokunulmazlığını ve devredilemezliğini ilan ederek tüm insanların eşit haklara sahip olduğunu vurgulamıştır. Irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi görüş ve benzeri hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkesin insan onuruna yakışır bir yaşam sürme hakkı olduğunu kabul eden bu temel belge, insanlığın ortak vicdanının simgesidir.
İnsan hakları, insan olmanın doğasında var olan, hiçbir koşulda kısıtlanamayacak ya da elinden alınamayacak haklardır. Bu haklar, bireylerin özgür, adil ve onurlu bir yaşam sürmesini sağladığı gibi toplumsal barışın ve dayanışmanın da temelini oluşturur. Ancak, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesinin üzerinden 76 yıl geçmiş olmasına rağmen, insan hakları ihlalleri dünya genelinde ve ne yazık ki ülkemizde hala büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Ülkemizde insan hakları ihlalleri, ayrımcılık, adaletsizlik, şiddet ve eşitsizlik gibi yapısal sorunlarla derinleşmektedir. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve demokratik katılım gibi temel haklar giderek daraltılmış; muhalif sesler baskı altına alınmıştır. Din ve vicdan özgürlüğü gibi temel ilkeler, ayrımcı politikalarla zedelenmiş; hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaşılarak toplumun adalet duygusu ağır yara almıştır.
Eğitim ve sağlık gibi insan haklarının temel direkleri olan hizmetler, siyasi iktidarın özelleştirme ve rant politikalarının kurbanı olmuş, vatandaşlara eşit ve adil bir şekilde sunulamamıştır. Çocuklarımızın eşit, güvenli, beslenme ve barınma hakkına dayalı bir eğitim görmesi sağlanamamış; eğitim sistemi, yoksul halk çocuklarının sermayeye ucuz iş gücü olarak yetiştirildiği bir yapıya dönüştürülmüştür. Tarikatların eğitim kurumlarına hakim olduğu, laik ve bilimsel eğitimin zayıflatıldığı bir dönemde, insan haklarının temel unsuru olan fırsat eşitliği ciddi bir tehdit altındadır.
Kadın-erkek eşitliği alanında da ülkemiz, çağdaş dünyanın gerisinde bırakılmıştır. Kadına yönelik şiddet giderek artmakta, kadınların yaşam hakları sistematik olarak ihlal edilmektedir. Kadın haklarını korumayı hedefleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, bu alanda iktidarın taşıdığı zihniyeti net bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Ancak siyasi iktidarın uygulamaları, bu anayasal ilkelerle çelişmekte ve insan haklarına yönelik sorumluluklarını yerine getirmediğini göstermektedir.
Eğitim-İş olarak, insan haklarının yalnızca kağıt üzerinde kalan ifadeler olmaktan çıkarılarak günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline getirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Siyasi iktidarı, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalardan derhal vazgeçmeye; insan haklarını, demokrasi kültürünü, hukukun üstünlüğünü ve eşitliği güçlendirecek adımlar atmaya çağırıyoruz.
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle, Eğitim-İş olarak insan hakları ve özgürlükleri için bugüne kadar sürdürdüğümüz mücadeleyi kararlılıkla devam ettireceğimizi bir kez daha altını çiziyoruz. İnsan haklarının çiğnendiği hiçbir yerde, hiçbir dönemde susmadık; bundan sonra da susmayacağız!