Güncel Sendika Haberleri

18 Ocak, 2015

GENEL BAŞKANIMIZ ODA TV’DEN NURZEN AMURAN’IN SORULARINI YANITLADI

 

Veli Demir: 4+4+4'ün amacı “dindar ve kindar nesil” yaratmak

Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir, 12 yıllık AKP hükümeti döneminde eğitim geldiği durumu anlattı

Çoğulcu demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biri kuşkusuz meslek örgütleridir. Eleştirileri uyarıları gözardı edilmemeli önerileri değerlendirilmelidir.”

Eğitim-İş’in Aralık ayının sonlarında “gerici eğitime karşı laik eğitim ve emeğe saygı” yürüyüşü Ankara’da içimizi sızlatan olaylarla sona erdi. Yürüyüşe katılanlar gözaltına alındılar gaz yediler coplandılar. Öğretmenlerimizin her biri birer saygı abidesidir. Amaç Cumhuriyet’in öğretmenlerini itibarsızlaştırmak mıdır?

Eğitim-İş, AKP iktidarının ülkedeki Laik eğitimi, Cumhuriyet değerlerini, Mustafa Kemal Atatürk’ün aklın ve bilimin doğrultusunda geliştirdiği kazanımları yok etmek için sistemli ve planlı bir şekilde politikalar ürettiğini görmektedir. Sendikamız kuruluş felsefesini Cumhuriyet değerlerini korumaya ve eğitim emekçilerinin özlük-ekonomik hakları için mücadele etmeye dayandırmıştır. Bu anlamıyla laik eğitimin ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemelere karşı tüm varlığıyla mücadele etmektedir. 

Bu çerçevede, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu hatırlatmak, Türkiye'deki emek sömürüsünü teşhir etmek ve eğitimde yaşanan erozyona dikkat çekmek amacıyla ülkenin dört bir yanından gelerek Ankara Tandoğan meydanını dolduran ve ellerinde Türk bayrağı ile Eğitim-İş flamalarından başka bir şey olmayan eğitim emekçilerine, “huzurun teminatı” olmakla övünen emniyet güçleri tarafından faşist bir tutumla hunharca saldırılmıştır.

Tabi ki buradaki amaç, hem Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğunun hatırlatılmasını gündemde tutulmasını engellemek hem de Türkiye Cumhuriyetinin Atatürkçü, çağdaş, ilerici ve demokrat eğitim çalışanlarına ve muhalif yapılara gözdağı vermektir. Bu olayla asıl itibarsızlaşan AKP iktidarı olmuştur.

ÖĞRETMENLERİN ALIM GÜCÜ YÜZDE 41 DÜŞTÜ

Öğretmenlere saygının bir göstergesi de ekonomik olanaklarının artırılmasıdır. Bugün bir öğretmenin maaşı yeterli midir? Çok güzel bir örnek vermiştiniz: “2002’de göreve yeni başlamış bir öğretmenin maaşıyla 24 çeyrek alınabiliyordu” demiştiniz. Bugün kaç çeyrek altın alınabilir?

Bugün muhalif ve örgütlü öğretmen devletin gözünde sakıncalı görülmekte; öğretmen, kendisini daha da yetiştirecek ve toplumda saygınlığını sürdürecek maddi olanaklardan yoksun bırakılmakta; öğretmenin mesleki ve demokratik haklarını savunacağı örgütlenme hakkı engellenmektedir. Küresel güçler ve onlarla aynı doğrultuda hareket eden siyasi kadrolar, eğitimi çökertirken öğretmeni de ezmektedir.

Meslek grupları içinde öğretmenlik mesleği 12 yıllık AKP iktidarı döneminde sistematik bir şekilde aşağılara çekilmiştir. 2002 yılında mesleğe yeni başlayan bir öğretmen maaşı ile 24 çeyrek altın alırken, 2014 yılında sadece 14 çeyrek altın alabilmektedir. Bu hesaba göre 2002 yılından bu yana öğretmenlerin maaşlarındaki alım gücü %41,6 oranında düşmüştür.

Türkiye‘deki öğretmenler, OECD ülkeleri ile kıyaslandığında, toplumsal statüleri, ekonomik, sosyal ve özlük hakları açısından oldukça geri durumdadır. OECD’nin “Bir Bakışta Eğitim Raporu”na göre Türkiye‘deki öğretmenler, diğer ülkelerdeki öğretmenlere göre çok daha fazla çalışmaktadır. Ülkemizde öğretmenin yıllık zorunlu çalışma süresi 1816 saat iken, OECD ülkelerinde, bu süre ortalama 1675 saattir. Türkiye’de öğretmenler, OECD ortalamasından her yıl yaklaşık 141 saat daha fazla çalışmakta; söz konusu fazla çalışmaya karşılık, diğer ülkelerdeki meslektaşlarına göre daha düşük ücret almaktadır. Türkiye’deki öğretmenler daha çok çalışmalarına rağmen, Avrupalı meslektaşlarının yaklaşık dörtte biri kadar maaş almaktadır. Kısacası öğretmen AKP iktidarı döneminde hem sosyal statüsünü kaybetmiş, hem de yoksullaşmıştır.

ÖĞRENCİLER MODERN HUKUKLA DEĞİL İSLAM HUKUKUYLA YETİŞİYOR

Konumuz öğretmendi ama Paris katliamından sonra çocuklarımızın eğitim sorunları daha da önem kazandı. İlkokulun ilk 3 yılında zorunlu din dersi okutulması pedagojik açıdan doğru mudur, din eğitimini sadece İslam dini üzerinde düşünenler ülkede Hıristiyan Musevi çocuklarımız için ne düşünüyorlar? Onlara nasıl bir program uygulayacaklar, mezhep farklarını nasıl gözetecekler?

Din eğitiminin çok küçük yaşlardaki çocuklara zorunlu tutulması doğru olmadığı gibi, yalnızca küçük yaştaki çocuklar için değil tüm sistemden zorunlu olmaktan çıkarılması gerekmektedir.

Henüz somut işlem döneminde olan çocuklar, tamamıyla soyut kavramları içeren ve dolayısıyla insandan insana değişkenlik gösterecek olan inanç öğretimine hazır değildir. Çocuklar ancak 12-13 yaşlarında soyut işlem dönemine geçmektedir. Din eğitimi bu yaşlardan sonra çocuğun ve velinin isteğiyle verilmelidir.

Türkiye'nin de taraf olduğu Çocuk Hakları Bildirgesi 10. Madde: "Çocuklar ırk din ya da başka bir ayrımcılığı teşvik eden uygulamalardan korunacaktır." demektedir. Bütün bunlara rağmen din dersi belirli bir inancın belirli bir yorumu çerçevesinde zorunlu olarak okutulacaktır. Dinde zorlama yoktur diyen anlayışın din dersini zorunlu tutmaya çalışması tam bir ironidir.

Ülkemizde din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde bir dinin ve bir mezhebin propagandası uygulaması yapılmaktadır.

İslami kurallara dayanılarak verilen din eğitimi gelecekte son derece ciddi erozyonlara neden olacaktır. İslam hukukunun gereklerine göre yetişen nesiller bir müddet sonra modern hukukla çelişen dini gerekçelerle dünyayı anlamlandırmada son derece büyük sorunlar yaşayacak ve toplumsal yapıyı ayakta tutan akıl ve bilim ilkelerinin sarsılmasına neden olacaklardır. Eğitim-İş’e göre din kültürü ve ahlak bilgisi dersi zorunlu olmaktan çıkarılmalı ve notla değerlendirilmemelidir.

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KAPATAN ZİHNİYET ŞİMDİ KARMA EĞİTİME KARŞI

Sözde okul güvenliği gerekçesiyle karma eğitim zorunluluğunun kaldırılması, sosyolojik ve pedagojik açıdan hangi sorunlara yol açar?

Karma eğitimin varlığı, cinsiyet temelli örgütlenmenin karşısında bir duvar oluşturmaktadır. Kız veya erkek olmasına bakılmaksızın "birey ve insan" olarak değerlendirilen çocuklarımız, içinde bulunduğumuz topluma uyum sürecinden geçmekte ve sosyalleşmektedir. Bu sosyalleşme sürecinin en iyi inşa edecek eğitim sistemi de karma eğitim modelidir. Karşı cinslerin birbirleriyle uygar ilişkiler geliştirebilmeleri karma eğitim ile olabilir.

İki cinsi birbirinden ayırarak eğitmek ise, zaten var olan kadın kimliğine yönelik aşağılamaların azalmasına değil artmasına hizmet edecektir. Köy Enstitülerini de kapattıran bu bağnaz düşüncenin hedefinde şimdi karma eğitim modeli bulunmaktadır. Karma eğitim demokratik eğitimin, cumhuriyet eğitim sisteminin ana unsurudur. Karma eğitime yapılan saldırı aslında laik eğitime yapılan saldırıdır. Eğitim-İş olarak bu saldırıya var gücümüzle direnmeye hazırız.

BAŞINI KAPATMAYAN KIZLARA BASKI ARTACAK

Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ndeki ‘Okul içinde baş açık’ ibaresi ‘okullarda yüzü açık’ şeklinde değiştirildi. “Yüzü açık” ifadesiyle türban ortaokul ve liselerde serbest bırakıldı. Ancak Eğitim-İş adına bu yönetmeliğinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açtınız. AİHM’nin bu konuda bağlayıcı kararları da var. Laik eğitimden uzaklaşıldığı bu süreçte bizim mahkemelerde davayı kazanacağınıza ümidiniz var mı?

Dava konusu yönetmelik değişikliği, Anayasanın 2. 14. 24. 41. 42. ve 174. maddelerine, 1739 sayılı Temel Milli Eğitim Kanunun 2. 4. ve 12. maddelerine, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları sözleşmesinin 2.3. ve 14.maddesine, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları bildirgesinin 1.2.7 ve 10.ilkesine, Kadın haklarına karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması sözleşmesine ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesi kararlarına açıkça aykırıdır. Bu nedenle Eğitim-İş olarak, yönetmeliğin uygulanması halinde, toplumda ayrıştırıcılığa ve ayrıcalıklı bir zümre oluşmasına, sınıf ortamında başı açık ya da kapalı olanların sayılarına bağlı olarak azınlıkta kalanların, çoğunluk tarafından dışlanmasına ve duygusal anlamda incinmelerine, çocuklarda psikolojik travma yaratıp, gelişim bozukluğuna yol açacak olmasına, okullarda başını kapatmayan kız öğrencilere baskının artmasına, milli eğitim ve toplumun, kargaşaya ve kaosa sürüklenecek olmasına ve Cumhuriyetin sağladığı kazanımlardan vazgeçilerek, toplumun tamamen dinselleşmesine yol açarak, ilerde telafisi mümkün olmayan zararlar doğacağından Yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’da dava açtık.

Yargının 12 Eylül 2010 tarihindeki referandumdan sonra siyasal iktidarın adeta sopası haline geldiğini düşünüyoruz. İç hukuktan sonuç alınamazsa konu AİHM’e götürülecektir. Yüksek yargıdan ümitsiz olmakla beraber, tarihe not düşmenin, hukuksuzluğa karşı durmanın da önemli olduğunu düşünüyoruz.

OKULLARDA BAŞÖRTÜSÜ KULLANIMI İLE SİYASİ GRUPLARIN OLUŞUMUNUN ÖNÜ AÇILDI

Yönetmeliklerde getirilen değişiklikler özgürlüklerin genişletilmesi midir yoksa özgürlüklerin sınırlanması mıdır?

Özgürlüklerin genişletilmesi olarak kamuoyuna sunulmaya çalışılan dava konusu yönetmelik değişikliği, sadece bir mezhebin inançlarına yöneliktir ve laik devlet ilkesine aykırıdır. Laik devlet sisteminde bir dine, bir mezhebe ya da bir inanış şekline ayrıcalık tanınamaz. Devlet, tüm inançlara aynı mesafede olmalıdır. Yönetmelik değişikliği ile laik bir ülkede sadece tek bir dinin, bir mezhebinin inançlarına yönelik ayrıcalık yapılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı başörtüsünü istismar etmiş, kötüye kullanmış ve okullarda siyasi simge olarak kullanılmasına neden olmuştur. Bu şekilde, okullarda başörtüsü kullanımı ile siyasi grupların oluşumunun önü açılmıştır.

Dokuz yaşından itibaren türban takan çocuk, o yaştan itibaren çocukluğunu unutarak, kendisini yetişkin ve olgun hissetmeye başlayacaktır. Erken yaşta cinsel kimliği ile ön plana çıkacaktır. Cinsiyet farkının yeni yeni fark edildiği bir dönemde, türban takan kız çocukları daha belirgin hale gelecektir. Toplum da, çocuğu yetişkin birey olarak görecektir. Bu durum ise çocukta psikolojik travma yaratıp, gelişim bozukluğuna yol açacaktır. Her şeyden önce çocuk, türban takmasını isteyen kendi anne-babasının, aile büyüklerinin ve okuldaki erişkinlerin baskısı altında kalacaktır. Çocuğun özgür iradesiymiş gibi gösterilen yönetmelik değişikliği, aslında ailenin ve diğer erişkinlerin iradesi olacaktır. İlköğretim ve ortaöğretim çağındaki çocuk, baş örtmenin soyut dini gerekçelerini henüz tam olarak kavrayamayacağından ailesi ve/veya okulundaki erişkinlerin etkisi altında kalarak baş örtme gerekçelerini benimsemek zorunda kalacaktır. Gerekçelerini kavramadan uygulayacağı bir karar ise, çocuğun ilerleyen yıllarda kimlik gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir. Kısacası yönetmelikle, özgürlükler adına, kadın toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak eve hapsedilmek istenmektedir. Bir zevatın “kadının esas kariyeri analıktır” lafı niyetin dışa vurumudur.

4+4+4'ÜN AMACI “DİNDAR VE KİNDAR NESİL” YARATMAK

Daha önce okul binalarında ‘ibadethane’ açılması, isteğe bağlıydı. Yeni yönetmelikte, “Okulda ibadethane ihtiyacı için doğal aydınlatmalı mekan ayrılır” ifadesi kullanıldı. Okullarda fiziki mekanlar sınıflar için bile yeterli değilken böyle bir mekan nasıl sağlanacak. Ayrıca okumak ve çalışmak da ibadet değil midir?

Okullarda “tek din, tek mezhep” anlayışına uygun olarak ibadethane açılmasının zorunlu hale getirilmesi, 4+4+4 düzenlemesi ile amaçlanan “dindar ve kindar nesil” yaratma hedefinin son uygulamasıdır. Kindar nesil projesini her türlü hukuki, vicdani ve etik kuralı ayaklar altına alarak yaşama geçirmeye çalışan siyasal iktidar, çağdaşlaşmanın temeli olan eğitimi, kendi ideolojik amaçları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışmaktadır.

Geçtiğimiz yıl, seçmeli Kuran-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler ve Hz Muhammed’in Hayatı dersleri fiilen zorunlu hale getirilmiş, bu dersleri seçmeyen öğrenciler psikolojik baskı altına alınmıştı. Eğitim kurumları içinde ibadethane açılması durumunda, her ne kadar Bakan Avcı tersini söylese de ibadet yapmayan öğrenciler üzerinde baskı oluşturulacaktır. Özellikle farklı din ve mezheplere sahip öğrenciler arasında kutuplaşma olacak okullardaki iç barış bozulacaktır. Öte yandan okulları eğitim kurumu olmaktan çıkararak tek bir mezhebin inancı doğrultusunda ibadethane açmayı planlayan Bakanlığın, farklı inançlara sahip olanların ibadethane taleplerini nasıl karşılayacağını düşünmesi gerekmektedir. 

Devlet uygulamasında “dini referansı” kesin bir dille yasaklayan, aksine anayasal suç olan bu tür uygulamaları, laik, demokratik cumhuriyeti ortadan kaldırma girişimi olarak belirleyen mevcut Anayasa’nın özünü çarpıtan bu girişim kabul edilemez. Bakanlığın, eğitim nedeniyle devlete emanet edilen çocukları devlet gücü suistimali ile istismar etme hakkı yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının dini ve vicdani özgürlükleri Anayasal güvence altında olup bu güvencelere keyfi idari uygulamalarla müdahale edilemez. Yurttaşın aidiyet hissettiği inanç türlerini çocuklarına öğretme konusunda kamu otoritesinden meşru kurallar ışığında destek alması olağanken bu kamusal hizmet hiçbir şekilde, talepten bağımsız bütünüyle bir devlet dayatmasına dönüştürülemez.

OKULLAR ADETA “ÇOCUKLARI ZORLA ALIKOYMA MERKEZİ”HALİNE GELDİ

Eğitim Bakanı Nabi Avcı, SBS’nin tümden kaldırılacağını açıkladıktan sonra bir sınav yerine 12 sınav birden getirildi. Ortada sınav stresine maruz kalan çocuklar için okulu sevdiren ne kaldı?

Sınav odaklı, yarışmacı, seçkinci ve eleyici eğitim sistemi değişmediği müddetçe lokal önlemler sorunu çözemez. Yarışmacı sınav sayısı daha da artacak, kapatılan dershaneler değişik adlarla daha çok açılacak ve yeraltına itilecektir. Okullar çocuğu okulda tutabilecek “yaşam merkezi” olmaktan çok uzaktır. Okullar adeta “çocukları zorla alıkoyma merkezi” haline gelmiştir. Siyasi iktidarın dershaneleri kapatma girişimi dershanelere karşı olmalarından değildir. Dershane sektöründe etkin olan bir cemaatle hesaplaşmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü AKP iktidarı döneminde dershaneler neredeyse liselerin yerine ikame edilmiş, sayıları 5000’lere ulaşmıştır.

 

OSMANLICA TARTIŞMASI ASLINDA “LATİN HARFLERİ”Nİ TARTIŞMAYA AÇMAKTIR

Atatürk’ün anlatılmadığı, felsefenin kaldırıldığı Osmanlıca tartışmasından başlayarak harf devrimine ilişkin söylemlerle tırmanan süreçte laik eğitimden, eğitim ve öğretim birliğinden söz edebilir miyiz?

AKP iktidarı eğitim sistemimizin laik, bilimsel ve kamusal olma özelliğini adım adım ortadan kaldırmaktadır.

Eğitim sistemini kendi siyasal amaçları için düzenleyen AKP, imam hatip okulları aracılığı ile kendisine oy ve seçmen devşireceği bir yapıyı oluşturmaktadır. Öte yandan eğitim sisteminin tamamına etki eden ve son derece beceriksiz kadrolar eliyle eğitim bürokrasisini eline geçiren siyasal iktidar, iş bilmez yöneticiler vasıtasıyla okulları bir kargaşa ortamının içine sürüklemektedir. Öğrencilerin dini inancına göre ayrışmasına neden olacak yasal düzenlemeler yoluyla toplumsal barışı bozmayı amaçlayan politikalar dayatılmakta ve öğretim birliği açıkça zedelenmektedir. AKP, yandaş sendikası ve yapay yandaş sivil kuruluşlar aracılığıyla şimdi de karma eğitime yönelik tehditler savurmakta amacına ulaşmak için sinsice çalışmaktadır.

2015 yılı itibarı ile laik, çağdaş ve bilimsel eğitimden bahsetmek mümkün değildir. Osmanlıca tartışması aslında “Latin harfleri”ni tartışmaya açmaktır. Atatürk’ün harf devrimine meydan okumaktır. 3 Mart 1924 tarihli “Tevhid-i Tedrisat” yasasını hükümsüz kılma girişimleri pervasızca devam etmektedir.

AKP İKTİDARI EN BÜYÜK TAHRİBATI EĞİTİM SİSTEMİNDE YARATMIŞTIR

Yasakların yaygınlaştığı, yolsuzlukların olağan hale geldiği yoksulluğun insanları köleleştirdiği bir ülkede Çağdaş Milli Eğitim nasıl korunabilir?

Ülkenin hemen hemen her alanında tahribat yaratan AKP iktidarı en büyük tahribatı eğitim sisteminde yaratmıştır. Siyasal iktidar meşru ve demokratik yollardan ülkenin başından def edilmeden çağdaş eğitimin yaşatılabilme şansı yoktur. O halde çözüm, sorunun kaynağı olan AKP’yi ülkeye daha fazla zarar vermeden iktidardan alaşağı etmektir.

Eğitim-İş’in 2015 hedefi nedir? Çalışma programında neler var?

“Irkçı, gerici, bölücü” bir anlayışın egemen olduğu bir dönemde elbette ki işimiz kolay değildir. Ama önemli olan kolayı değil, zoru başarabilmektir.

Eğitim-İş emeğe, emekçiye, bilimsel ve laik eğitime saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde “iş, ekmek, özgürlük ve yurt mücadelesi”ni daha da yoğunlaştıracak, “emek, özgürlük, cumhuriyet” konularında duyarlı olan herkesle farklılıkları, ayrılıkları bir yana bırakarak ilkeli işbirlikleri yapacak daha etkin bir mücadele döneminin başlatılmasına katkı sunacaktır.

Başarılar teşekkürler.

Nurzen Amuran

Odatv.com