Güncel Sendika Haberleri

05 Şubat, 2009

Hukuk devletine ve hukukun üstünlüğüne inanan yüreklere atılan bir derin çizik daha…

Sabih Kanadoğlu “hukuk devletine saldırı” diyor, Yalçın Küçük “diktatorya”. 
     Deniz Baykal, “siyasi hesaplaşma” olarak tanımlıyor yaşananları.
Biz ise, maruz kaldığımız psikolojik şiddetin yarattığı ızdırabı anlatacak en çarpıcı ifade biçimlerini aramaktan bıktık artık. 
     Laik demokratik cumhuriyeti yücelten düşünce açıklamalarının dahi suç delili olarak iddianameye konulduğu yargısal süreci kaygıyla izliyoruz.
     Adeta karabasan yaşıyoruz. Her defasında içine düştüğümüz öfke nöbetinin etkisiyle, sürece en ağır tepkiyi vermek istesek de, yapamıyoruz. Çünkü muhatabımız karşımıza, üzerine titrediğimiz hukuk devletimizin meşru yargısal kurumları ile çıkıyor. Uzak kıtalarda kurgulandığını düşündüğümüz senaryoya alet olma tedirginliği ile tıkanıp kalıyoruz.  
     Onuncu dalga, gözünü kırpmadan masum insanları katleden “Küçük Amerika”nın, iletişim kurabildiği tek müslüman ülke olan Türkiye’de zemin kaybetmeye başladığı ve yine ılımlı islam projesinin taşeronu AKP ‘nin ekonomik kriz ve yolsuzluklar altında ezilmeye başladığı bir döneme rastladı(!) bu defa. 
     Halkımız asla umutsuzluğa kapılmamalı. Biz Cumhuriyetimizin kurumlarına, namuslu yargıçlarına, hukuk devletimize sonuna kadar güveniyoruz. Üzerimizi örten karanlığı mutlaka parçalayacağız. Umudunu yitirenlere, çıkış yolu arayanlara devrim şehidimiz Uğur Mumcu’un 1974 yılında adeta bugün yaşadığımız dönem için yazdığı şu sözlerle seslenmek istiyoruz :  
     “Karanlıklarla beslenen korkuları, bir tel örgü, bir dikenli tel gibi sarmışız dört bir yanımıza. Yüreksizliğin özrünü bir parça da kendi küçücük dünyalarımızın mutluluğuna sığınarak gidermek istemişiz.Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de, demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline bir tek taş bile konmuş olamaz.  Unutmayalım ki “cesur bir kez, korkak bin kez ölür.” Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir “mezar taşı” gibi suskunluk simgesi olmamasıdır”.
 
Yüksel ADIBELLİ
Eğitim-İş Genel Başkanı