21 yıldır yargıya bir devletin temel direği olarak değil, ‘kadrolaşılacak bir bahçe’ gözüyle bakanların eliyle Türkiye Cumhuriyeti, dün itibariyle tarihinde görülmemiş bir yargı krizinin eşiğine getirilip bırakılmıştır.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin milletvekili Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine dün aldığı ‘uymama’ ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması kararı, yüksek yargıda bir süredir tırmanan gerilimin artık açık bir kavgaya dönüştüğünün acı göstergesi olmuştur.
Herhangi bir dosyanın Anayasa’ya uygunluğu konusunda en yetkili makam olan ve kararı Türkiye Cumhuriyeti’nde her şahsı ve kurumu bağlayacak nitelikte olan Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamak, aldığı bir karardan ötürü yapısını değiştirmeyi tartışmaya açmak tam anlamıyla tuzun koktuğu yerdir. Ayrıca Yargıtay’ın bu hamlesi, AYM’nin kararlarının kesin olduğu hükmünü açıkça ifade eden Anayasa’yı da tanımamak demektir.
Elbette bu noktaya nasıl gelindiği de geldiğimiz noktayı anlamak adına önemlidir.
İktidar cephesinden önce AYM için "tanımıyorum, saygı duymuyorum, gayrı milli" denmiş, sonra AİHM kararları uygulanmamıştır. Bunun sonrasında AYM kararlarına uymayan yargı mensupları adeta ödül niteliğinde görevlendirmelerle cesaretlendirilmiştir. Bunun sonrasında AYM dahi AİHM kararlarına uymayarak kendi içtihadını çiğnemiş ve gelinen noktada yüksek yargıdaki normlar hiyerarşisi yerle bir olmuştur. Yargıda siyasallaşmanın, kadrolaşmanın, liyakatsizliğin geleceği kaçınılmaz nokta, hukukun katlidir.
Her zaman hukukun üstünlüğünden yana olan Eğitim-İş olarak altını çiziyoruz:
Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde ‘üstünlerin’ hukuku başlar! Oysa Cumhuriyet, yasalar önünde herkesin eşit olduğu, suçun ve cezanın kişi ve kurumlara göre değişmediği, tüm yurttaşların hukukun güvencesi altında yaşam sürdüğü yönetim biçiminin adıdır.
Yüksek yargıdaki bu krizi için “milletin egemenliğinin sembolü” olan TBMM, ilk kez tüm partilerin kendi çıkarlarını masaya koymayacağı biçimde toplanmalı ve somut adımlar atmalıdır.
“Adâlet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz” diye uyaran Ata’sından tembihli bu ülkenin insanının, hukukun katline sessiz ve seyirci kalmayacağı asla unutulmamalıdır.
MERKEZ YÖNETİM KURULU