Türkiye yakın zamanda AKP’nin eğitim sistemini baştan sona değiştiren düzenlemelerine tanık oldu. Şimdi de AKP’nin yöneteceği “eğitim kurumlarının” varlığına şahit olmaya hazırlanıyor. Niteliği Üniversite olan iki kurumun yapılandırılması için siyasal iktidar düğmeye basmış durumda.
Birincisi şaibeli bir malvarlığı olan Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) tarafından İstanbul’da kurulacak olan “İbn-i Haldun Üniversitesi”. İkincisi de bir devlet üniversitesi görünümünde olan ama yapılandırması AKP’ye bağımlı “Türkiye Uluslararası İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi”.
TÜRGEV’in adını kamuoyu daha çok 17-25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmaları sırasında duydu. 1996 yılında İSEGEV olarak kurulan vakıf 2012’de TÜRGEV adını aldı. Zamanın Başbakanı ve günümüzün Cumhurbaşkanı’nın oğlunun yönetiminde olduğu vakfın son derece şaibeli bir malvarlığı olduğu biliniyor. Vakıf 2011 yılında vergi muafiyeti kapsamına girince 15 yılda toplayamadığı bağışları kısa bir sürede toplamayı başardı. Bağış akışının AKP’den ihale alan iş adamları aracılığıyla olduğu da bilinmektedir.
Türkiye tarihinde vakıfların önemli bir yeri vardır. Vakıf kavramı da karşılıksız yardımseverlik kavramıyla iç içe bir kavramdır. Tüm bu olumlu kavramlar ile rüşvet karşılığı mal varlığı edindiği iddiaları taşıyan bir kurumun üniversite kurma girişimi başlı başına bir tartışma konusudur. Ayrıca TÜRGEV’in eğitim sistemiyle ilgili görüşleri de bilinmektedir. TÜRGEV ve benzeri kurumlar yoluyla çağdaş-bilimsel-laik eğitim sisteminin yerine cinsiyet temelinde örgütlenmiş hurafelerle dolu eğitim anlayışı yerleştirilmek istenmektedir.
Nasıl özellikler taşıdığı herkesçe malum olan TÜRGEV’in, bilimsel bilginin üretildiği yer olan üniversitelere el atması ciddi çelişkiler barındırmaktadır. Eğitimin en üst aşaması, Türkiye’nin aydınlık geleceğini yaratacak bir anlayışla örgütlenmesi gerekirken, bunun tersine bir anlayışın kodlanacağı kurumlara dönüştürülmesi kabul edilemez.
Adı, Türkiye Uluslararası İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi olarak planlanan diğer girişim ise, AKP’nin iktidar sürecinde sıkça rastladığımız yasal çarpıtmalar ve çelişkilerle inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Adı geçen üniversite bir devlet üniversitesi olarak düşünülmekte ancak üniversitenin adıyla aynı olan bir vakıf aracılığıyla kurulmak istenmektedir. Vakıf ve üniversite adının aynı olması benzerine rastlanan bir durum değildir. Bunun da ötesinde hiçbir devlet üniversitesinde olmayan “Türkiye” ismi bu üniversite için uygun görülmüştür. Türkiye, anayasasında “laiklik” ibaresi bulunan Cumhuriyet ile yönetilmektedir. Hem ülke ismi ve hem de dini terminoloji üniversitenin adında bir araya getirilmiştir. Çelişkiler yumağının ilk adımı böylece atılmış olmaktadır.
Diğer bir çelişki de İslam Üniversitesinin yalnızca İslami ilimlerin okutulacağı bir yer olarak düşünülmemesidir. Adındaki dini ibarenin kurulacak olan fakültelere nasıl yansıyacağı da bilinmemektedir. Bir başka deyişle İslami İlimlerle ilgili eğitim vereceği düşünülen bu devlet üniversitesi(!) pozitif bilimlerin okutulacağı fakültelerin örgütlenmesine neden ve nasıl girişecektir? Örneğin, İslam Üniversitesinde kurulacak bir Hukuk Fakültesi, hangi hukuk mantığına göre yapılandırılacaktır? Modern Hukuk ve İslam Hukukunun ters düştüğü konularda nasıl bir tutum takınılacaktır? Benzeri birçok soru yanıt beklerken, yaşadığımız deneyimlerin nasıl sonuçlar doğuracağını tahmin etmek hiç de zor görünmemektedir.
Yasal çarpıtmanın en önemli boyutunu ise üniversitenin üstünde bulunacak olan “Danışma Kurulu”nun varlığı oluşturmaktadır. Oysa YÖK mevzuatında böyle bir organ bulunmamaktadır. Danışma Kurulunda Milli Eğitim Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, YÖK, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar bulunmaktadır. Hem danışma kurulunun kendisi ve hem de danışma kurulunda temsil edilecek devlet kurumlarının niteliği üniversitenin özerk yapısına aykırıdır. Kurulmaya çalışılan “devlet üniversitesi” değil “hükümet üniversitesi”dir. Bu girişim açık Anayasa ihlalleri içermektedir.
Her iki girişim henüz tasarı halindedir ve TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu’nda görüşülmektedir. Eğitim-İş’in varoluş gerekçelerinden biri Bilimsel ve Laik eğitimin devamlılığını sağlamak, çağdaş eğitim anlayışına karşı yürütülen planları bozmak ve saldırıları göğüslemektir. Hükümet odaklı eğitim kurumları girişimleri Türkiye'nin geleceğine ambargo koymak anlamına gelmektedir. Eğitim iş kolunda örgütlenen bir sendika olarak Eğitim-İş, bahsi geçen tasarıların geri çekilmesi, yerine Cumhuriyetin kuruluşundaki eğitim felsefesine uygun üniversite kurumlarının inşa edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Tasarıların yasalaşma durumunda ise gerekli tüm hukuksal girişimlerde bulunacağımızı kamuoyuna ilan ediyoruz.
MERKEZ YÖNETİM KURULU