Güncel Sendika Haberleri

04 Eylül, 2013

III. DÖNEM V. BAŞKANLAR KURULUMUZU GERÇEKLEŞTİRDİK

III. Dönem V. Başkanlar Kurulumuz, 30-31 Ağustos tarihlerinde, Şube ve İl Temsilcilik Başkanlarımızın katılımıyla Ankara’da gerçekleştirildi.

Kurulda ülke gündemi, sendikal süreç, örgütlenme çalışmaları, eğitim-öğretim sistemine ilişkin sorunlar tartışılarak, aşağıda yer alan sonuç bildirgesi hazırlanmıştır.

 

3. DÖNEM 5. BAŞKANLAR KURULU (30-31 Ağustos 2013) SONUÇ BİLDİRGESİ 

 

SİYASAL SÜREÇ

Emperyalizm Kana Doymuyor

Emperyalizmin öncülüğünü yapan devletler, içine düştükleri ekonomik cendereden kurtulabilmek için yine savaş çığlıkları atıyor. 80’li yılların sonunda SSCB’nin çözülmesiyle birlikte dünya, tek kutuplu bir siyasi yapıya büründü. Bu gelişmeyle birlikte, özellikle enerji bölgelerinde yaşayan milyonlarca insan kan emici sömürücülerin ateş çemberine alındı. Emperyalizm kanlı elleriyle yarattığı uluslararası terör örgütleriyle, sınırlarını değiştirmeyi düşündüğü ülkelerde bir yandan siyasi ve ekonomik istikrarsızlık yaratırken, diğer yandan da huzurunu bozduğu toplumları etnik, dinsel ya da mezhepsel temelde bölerek, aynı kaderi paylaşan insanları birbirine boğazlatmaktadır.  Yugoslavya’da, Irak’ta, Libya’da uygulanan bu çirkin tezgah şimdi komşumuz Suriye’de uygulanmaktadır. Kanlı siyaseti teşhir edecek toplumsal arayışlara hayat verecek ulus ve sınıf bilinci ise aynı güçler tarafından sistematik uygulamalarla hızla aşındırılıyor. Yandaş medya aracılığıyla bu kanlı siyaset haklı çıkarılmaya çalışılıyor.   

Dünya Barış Arayışının Sembolü Atatürk’ün Kurduğu Cumhuriyetin Başbakanı, Savaşı Körükleyerek Ulusumuzun Yüzünü Kızartıyor  

Emperyalist sömürü siyasetinin kurumsal unsurlarının başında gelen Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanlığını yürüten Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ise işgal ettiği koltuğun tüm dünya halkları için barışı temsil ettiğini göz ardı edip küresel güçlere hizmet ederek ulusumuzun yüzünü kızartıyor. AKP iktidarı, Suriye’yi kana bulayan terör örgütlerine açık devlet desteği vererek teröristleri ülkemizde barındırıyor. Komşu Suriye’de akan kanı daha da şiddetlendiren bu sorumsuz yaklaşım kendi yurttaşlarımızın canına da mal olmaktadır. Yakın zamana kadar komşularla sıfır sorun palavrasıyla oy toplayan AKP siyaseti, bugün komşularını yok ederek kanını emmeye çalışan küresel sermayenin maşalığını yapmaktadır. Dünün AB’ye karşı “İslam Ortak Pazarı” savunucularının, bugün ABD ve AB’nin taşeronluğunu üstlenerek Müslüman kanı dökülmesine destek vermeleri, yaşadığımız tarihsel musibettir. Dünyanın ilk anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşını yapmış, tüm mazlum uluslara bağımsızlık kapılarını açmış bir ülke olan Türkiye, bugün ise mazlum uluslara silah doğrultanlarla aynı safta yer alan bir siyasal iktidar tarafından yönetilmektedir.

Ekonomik Bağımlılık Artarak Devam Ediyor

11 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP, dış politikadaki bağımlılığını, ekonomik alana da yansıtmakta, Cumhuriyetin bütün ekonomik birikimlerini hem uluslararası şirketlere hem de kendi yandaşlarına peşkeş çekmektedir. IMF’ye borcumuzun bittiğini söylemesine rağmen bugün Türkiye’nin iç ve dış borçları artmış, 11 yıllık AKP iktidarı ülkeyi, kendinden önceki 80 yıllık Cumhuriyet hükümetlerinden daha fazla bir borca sokmuştur. AKP iktidara geldiğinden bugüne ücretlilerden alınan vergi artmış ancak faizden alınan vergi azalmıştır. Başbakanın “Faiz Lobisi” dediği güçleri aslında kendi dönemlerinde güçlendirdiği açıktır.  Faiz gelirlerinin artması ülkede bir sıcak para ekonomisi oluşturmuş, sanayi üretimi ise artan iş talebini karşılayacak oranda gelişmemiştir. Hükümet, ülkede var olan işsizliği, her ilde üniversite açıp akademik nitelik gözetmeksizin öğrenci kontenjanlarını yüksek tutma yoluyla örtmeye çalışmaktadır. Böylece işgücü çağındaki milyonlarca genç, üniversite öğrencisi olarak görünmekte ve işsizlik rakamlarında yer almamaktadır.  

Haziran Direnişi, Diktatör Politikalar Uygulayan AKP’ye Halkın En Ciddi İhtarıdır

Ekonomideki bu kötü gidişin yanında; yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmış, yurtseverlerimiz düzmece iddianamelerle zindanlarda çürümeye mahkûm edilmiştir. Basın üzerinde baskılar artırılarak yandaş medya yaratılmış, halk işsizlik ve yoksulluk cenderesine sokulmuştur. Temel kamu hizmetleri paralı hale getirilmiş, yurttaşların özel yaşam alanlarına müdahale edilmiştir. Ulusal değerlerimiz yok sayılarak çözüm süreci adı altında ülke etnik ve dinsel temelde parçalanmaya sürüklenmektedir. Tüm bu politikalara karşı çıkan kurum kuruluş ve kişiler baskılarla susturulmaya çalışılmış ülke adeta ceza evine çevrilmiştir. Yaşananlar halkımızın sabrını tüketmiştir. Haziran direnişi bu toplumsal öfkenin yansımalarıdır.

Halkımızın; 19 Mayıs, 29 Ekim ve 10 Kasımlarla başlayan uyanışı ve 31 Mayıs’ta Gezi eylemleriyle doruğa çıkan direnişi, AKP iktidarına bu ülkenin sahipsiz olmadığı gerçeğini tecrübe ettirmiştir. AKP’nin öfkeli kitlelerin sesine kulak tıkaması halinde ülkemizin son derece sıcak günler yaşayacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok. Alanlarda halkımızla omuz omuza yürüyen eğitim ve bilim emekçileri olarak AKP’yi uyarıyoruz: Bu öfke seni yıkar.

Ülke ve dünya siyasetine sınıf mücadelesi penceresinden yaklaşanlar için yaşanan olayların en dikkat çekici tarafı, sokak eylemlerinde emek ve bayrak vurgusunun bir arada yükselmiş olmasıdır. Bu tablo, milyonların, AKP’nin ulusal değerlerimizi ve alın terimizi yok etmeye yönelik politikalarının farkına vardığını ortaya koyuyor. Gezi direnişiyle şekillenen bu yeni siyaset, sendikamızın da ısrarla vurguladığı “emekle cumhuriyeti buluşturma” anlayışına uygun düşmektedir.

AKP iktidarı ile hayata geçirilen karşı devrim sürecine son nokta; devletin üniter yapısını yok etmeyi ve Türk ulusu tanımını ortadan kaldırmayı hedefleyen Anayasa değişikliği ile konulmak istenmektedir. Anayasa değişikliği adeta açılım süreciyle eş zamanlı olarak yürütülmekte, cumhuriyetin tüm kazanımları bölücülere ve gericilere peşkeş çekilmektedir. Ülkemizin rejimini değiştirecek ve federasyon yapılanmasını içerecek, emekçilere yıkım getirecek böylesi bir bölücü ve gerici anayasaya karşı tavrımızı açık olarak koymak ve sendikal politikalarımızı bu yönde belirlemek zorundayız. Kurucu değerlerimize, ulus devlet ve üniter devlet yapısına yönelik saldırıların yoğunlaştığı bu süreçte tarihimizden ve tüzüğümüzden aldığımız güçle taraf olduğumuzu daha gür bir sesle kamuoyuna duyurmaya devam edeceğiz. 

AKP, ülkede gelişen halk muhalefetini, ekonomideki kötü gidişi ve yönetme konusundaki beceriksizliğini örtme adına mezhepçi politikalarla ülkemizi komşularıyla savaşa sürüklemektedir. 

“Çözüm Süreci” adı altında yürütülen pazarlıklar sonucunda, ülkemizin bölünme sürecinin hızlanacağı açıktır. Hükümetle terör örgütünün yürüttüğü sürecin bir şekilde kesintiye uğraması durumunda, yükselmiş ancak karşılanmamış talepler, emperyalizmin de dayatmasıyla, daha fazla terör eylemi olarak karşımıza çıkacaktır. Kısaca AKP’nin ülkemizi soktuğu her iki yolun da çıkmaz bir sokak olduğu açıktır.        

 

SENDİKAL SÜREÇ

24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül faşist darbesinin en önemli yıkımlarından biri de işçi sendikaları üzerinde yarattığı tahribattır. 12 Eylül’den sonra uygulanan özelleştirme ve taşeronlaştırma politikaları sonucu, toplumsal muhalefetin en önemli unsurlarından biri olan işçi sendikaları etkisizleştirilmiş, üye sayıları ciddi oranda azalmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2013 verilerine göre, 11 milyon 628 bin 806 işçiden, 1 milyon 32 bin 116’sının sendikalı olması bu politikaların bir sonucudur.

İş Kanunu’nun adeta bir “Kölelik Kanunu”na dönüştürülmüş olmasına, kıdem tazminatının kaldırılma çalışmalarına, taşeronlaştırma sonucu iş güvencesinin yok edilmesine karşı yeterli tepkinin gösterilmemesi, sendikasızlaştırma ve var olan sendikaların etkisizleştirilmelerinin sonucudur.

AKP politikalarının iş yaşamındaki sonuçlarından biri de kadın emeğinin sömürülmesi, kadının iş ve sosyal hayattan soyutlanması olmuştur.

Türkiye’de işçilerin çalışma koşullarının elverişsizliği,  iş güvenliği konusunda yaşanan ihmaller ve bu konuda çalışma mevzuatındaki boşluklar nedeniyle her yıl binlerce işçi hayatını kaybetmektedir. Yaşanan iş cinayetlerinde Türkiye, dünyada ilk sıralarda yer almaktadır.            

İşçi sendikalarının içinde bulunduğu duruma benzer sorunları kamu sendikaları da yaşamaktadır. Türkiye kamu sendikacılığı hareketi, ideolojik derinlik, tutarlılık ve sınıf bilinci bakımından çok zayıf bir durumdadır. Genel üye sayısına orantılı bir eylem ve mücadele tavrı ortaya konulamamaktadır.

Bir yanda iktidar yandaşı, emekçiyi toplu sözleşme masalarında satan ve gericiliğin sularında yüzen yetkili konfederasyon, bir yanda iktidarın ve yetkili sendikanın emekçilerin aleyhine düzenlemelerine ve özellikle eğitimde devreye sokulan gericileştirme projesinde stepne olan bir konfederasyon, diğer yanda ise sol sendikal anlayıştan geldiğini iddia eden, bölücülüğün peşinden giden ve ayrılıkçı talepleri meşrulaştırmak için oluşturulan akil heyetin sendikal ayağında yer alan bir başka konfederasyon bulunmaktadır.

Ağustos ayında başlayan, 2014-2015 yıllarını kapsayan Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde kamu çalışanları masada “yetkili ama etkisiz” sendika tarafından satılmıştır. Bu sendika, hükümetin sadaka önerisinden daha da azına razı olmuş, böylece “matematik bilmeyen sendika” durumuna düşerek, emekten değil iktidardan yana olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Yaşanan bu sürecin baş sorumluları 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumunda “Evet” ve “Yetmez ama Evet” diyenlerdir. “Toplu sözleşme hakkı veriliyor”, “darbecilerden hesap sorulacak” gerekçesiyle Anayasa değişikliğini öyle ya da böyle destekleyenlerin, emperyalizme göbeğinden bağlı iktidarlardan demokratikleşme beklemeleri en hafif tabir ile emekçileri kurtlar sofrasının ortasına atmaktır. Grev hakkının olmadığı, emekçileri temsil eden tüm sendikaların masada yer almadığı, uzlaşmazlık durumunda uzlaşmazlığı karara bağlayacak “Hakem Heyeti”ni oluşturan 11 üyesinin 6’sının doğrudan hükümet tarafından atandığının bilinmesine rağmen, kuralları ve sonucu önceden belli olan bu oyunun içinde yer almak samimiyet göstergesi olamaz.

Yapılması gereken, öncelikle ILO normlarına uymayan, antidemokratik hatta 2001 yılında çıkan 4688 Sayılı yasanın bile gerisinde kalan “Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu”na karşı ortak mücadele etmektir. Bu yasanın, kamu emekçilerini iktidarın iki dudağı arasına mahkum ettiğini açığa çıkarmaktır.

Bu gelişmeler karşısında Eğitim-İş’in duruşu, ülkemiz ve kamu emekçileri bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda Eğitim-İş, Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkarak emekten yana duruşundaki kararlılığını sürdürecektir.

 

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!

YAŞASIN BİRLEŞİK KAMU-İŞ!

YAŞASIN EĞİTİM-İŞ!