Memleket hasretini, memleket sevdasını yüreğinin derinliklerinde duyan, devrimin mavi gözlü devi Nazım Hikmet’i ölümünün 48. yılında özlemle anıyoruz.
O, mavi gözlerinden Anadolu’ya aydınlık saçandı…
O, bütün sevdaların sıcaklığı ile bizi sarıp sarmalayandı…
O, “Sen yanmasan, ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyerek
karanlıkları aydınlığa çıkarmak için yanandı…
O, yüreğini yumruklarının içine koyarak “ Güzel günler göreceğiz çocuklar “ deyip “Güneşi içenlerin türküsü”nü söyleyerek umuda yürüyendi…
O, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!” diyerek bizi özgür ve kardeşçe, mutlu yaşamaya davet eden, bunun özlemini çeken bir ozandı…
İnanıyoruz ki, Eğitim-İş de, Eğitim-İşliler de yürüyecektir, o mavi gözlerin umut saçan aydınlık ışığında.
DAVET...
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ
Bu bir türkü: -
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü: -
alev bir saç örgüsü
kıvranıyor;
kanlı, kızıl bir meşale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!
Kayalardan kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını boynunda ağır bir
zincir gibi taşıyanlar
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşıyanlar!
İşte: Şu güneşten düşen ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten düşen ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neşemiz sıcak! kan kadar sıcak
delikanlıların rüyalarında yanan
o "an" kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz güneşe doğru!
Ölenler dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor!
Haykırdı en önde giden, emreden!
Bu ses! Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran, onları oldukları yerde durduran kuvvet!
emret ki ölem emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz, coşuyor!...
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaaaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır Haykıralım!
Dünyanın En Tuhaf Mahluku
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
NAZIM HİKMET