“Öğretmene Saygı” eylemlerimizin ikincisini İzmir’de gerçekleştirdik.
Konak’ta coşkulu ve yoğun bir katılımla gerçekleştirdiğimiz basın açıklamasına, Genel Başkanımız Kadem Özbay, Genel Mali Sekreterimiz Hüseyin Selçuk, Genel Örgütlenme Sekreterimiz Şenol Eyüboğlu, Denetleme Kurulu Başkanımız Suat Sadış, Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Mehmet Balık, MYK Üyesi Özgür Aras, önceki dönem MYK Üyemiz Şükrü Balun, İzmir Şubelerimiz, Aydın, Balıkesir, Manisa, Uşak, Muğla Şubelerimiz bağlı sendikalarımızın temsilcileri, CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır, Türk-İş Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak, ADD İzmir Şubesi, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, Aile Hekimleri Derneği ve çok sayıda üyemiz katıldı.
Genel Başkanımız Kadem Özbay’ın burada yaptığı konuşma şöyle:
Mesleğimizin onuruna sahip çıkanlar, umudu ve mücadelemizi büyütenler, haksızlıklar karşısında susmayanlar, baskılara boyun eğmeyenler, haykırışını alanlarda dile getirenler, kısık sesle saraylarda değil, gür sesimizle alanlardayız diyenler hoşgeldiniz.
Bugün "Öğretmenlere Saygı" eylemlerimizin ikinci ayağı İzmir’deyiz. İlk başlangıcımız sendikal anlamda önderimiz olan “Öğretmen el açmaz, yalvarmaz, boyun eğmez” diyen Fakir Baykurt’un kenti Burdur’dandı. Fakir Baykurt’un dilinden döküldüğü üzere “Öğretmene hoyrat davranılmaz, öğretmene saygı duyulur” demek için tüm Türkiye’de alanlardayız, alanlarda olmaya da devam edeceğiz.
Bugün öğretmenlik, Cumhuriyet tarihi boyunca eşi görülmemiş bir saldırıyla karşı karşıya. 20 yıl içinde refahımızı aldılar, mesleki haklarımızı kırptılar, yaşanabilir bir emeklilik hayalimizi bile çaldılar şimdi çıkardıkları öğretmenlik meslek kanunu ile itibarımızı da almak istiyorlar. Bugün “Orada dur” demek için, kanun çıkarken Meclis’te iktidar vekillerinin yüzüne baka baka söylediğimiz “Öğretmene parmak sallanmaz” sözünü alanlarda çınlatmak için, eğitim emekçisinin hakkının Saray’larda kısık sesle konuşarak değil meydanlarda gür sesle haykırarak savunulacağını göstermek için bir aradayız.
Hepinizin bildiği gibi öğretmene danışılmaya bile lütfedilmeden, kuytu köşelerde yandaş sendikadan olur alınarak, Saray’dan inme biçimde hayatımıza sokulan Öğretmenlik Meslek Kanunu, kazanılmış haklarımızı kırpmasıyla, sınav başta olmak üzere beraberinde getirdiği angaryalarla mesleğimizin üzerine bir kabus gibi çökmüştür.
Bu meslek kanunu değil, mesleği bitirme kanunudur.
Bu kanun, öğretmenlerin, fakültede zaten alanına göre eğitim aldığı yani her öğretmenin zaten uzman olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir. Öğretmenliğin zaten bir ihtisas mesleği olduğunun altını çizen yasalarla da çelişmektedir. Öğretmenleri, uzmanı oldukları konuda yeniden sınava tabi tutmak, en basit tabiriyle ahlaksızlıktır. Bugün, diplomasını belgesi olarak gösterenlere, diploması olmadan kimse ahkam kesemez.
Bu kanun; öğretmenlerin mesleğini icra etmekten doğan haklarını işgüzar ve hadsiz biçimde yeni şartlara/kriterlere bağlamaktadır. Kazanılmış haklarımızı iç etmektedir. Eşit işe eşit ücret ilkesini de, meslekte kıdeme göre ücret artışı olması gerekliliğini de çöpe atmaktadır.
Bu kanun; sözleşmeli, ücretli, kadrolu diye ayrıştırılarak sömürülen öğretmenlerin, yeni unvanlarla bir kez daha ayrıştırılmasına ve okullardaki huzur ortamının, çalışma barışının bozulmasına yol açacaktır. Yeni unvanlar, sadece öğretmenler arasında değil veliler ve öğrenciler arasında da suni rekabet tohumları ekecektir. Velilerden gizlice kayıt parası toplayan liyakatsizce atanmış devlet okulu yöneticileri için yüksek unvanlı öğretmenin sınıfına öğrenci yerleştirmek yeni bir gelir kapısı olacaktır.
Meslek kanunundan çok, bir teneffüs aralığında hazırlanabilecek kadar basit, 12 maddeden ibaret bu metin, sadece öğretmenliğe değil ülke tarihine dair de hadsizlikler barındırmaktadır. Cumhuriyet kavramlarını yerli yersiz kullanarak içini boşaltmayı yöntem olarak belleyen iktidar, aynı taktik için bu kanunu da vesile etmiştir. Kanundaki kariyer basamaklarından birine Başöğretmen adının verilmesi, tartışılmaz bir hadsizliktir. Bu ülkenin bir tane Başöğretmeni olduğunu, bizlerin O’nun sıfatını paylaşmayı değil, bize bıraktığı mirası korumayı yegane hedef saydığımızı idrak edemeyen zihniyetin, küçük hesaplarının yansımasıdır. Bu ülkenin, Eğitim-İş’li öğretmenlerin, tüm aydınların bir tek Başöğretmeni vardır, o da Mustafa Kemal Atatürk’tür.
“ÖĞRETMENLERİN YENİ UNVANLARA DEĞİL, İNSANLIK ONURUNA YARAŞIR ÜCRETLE ÇALIŞMAYA İHTİYACI VAR”
Oysa öğretmenlerin yeni unvanlara değil, insanlık onuruna yaraşır bir ücretle çalışmaya, liyakatsizce atanan yöneticilerin mobbinglerinden ve keyfi soruşturmalarından kurtulmaya, Anayasal bir hak olan güvenceli istihdama erişmeye, uydurulmuş kriterlere değil kıdeme göre ücret artışı almaya, öğrencilerini iktidarın sırtını sıvazladığı tarikatların elinden almaya ihtiyacı vardır. Öğretmenin eve boynu bükük, sınıfa düşünceli bir şekilde girmemeye ihtiyacı vardır.
Üstelik kanunun dayattığı, ezbere dayalı sınava “yeterlilik sınavı” adı verilmesi bile öğretmene üstten bakışın göstergesidir. “Öğretmenler sınavdan korkuyor” ya da “Korkmayın sınav kolay olacak” gibi rencide edici söylemlerde bulunan yöneticiler, eğitime dair ağızlarını açmak için ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Asıl biz soruyoruz, sizin yeterliliğiniz nedir, o koltuklarda oturuyorsunuz?
Eğitimci bile değilken Milli Eğitim Bakanı olan zatın yeterliliği nedir? MEB’in as kadrolarına doldurulan alakasız tahsil ve geçmişe sahip kişilerin yeterliliği nedir?
Bize zorunlu kılınan videolarda, hayatında bir kez öğretmen odası görmemiş, öğretmenler odasında bir kez bile ücretli öğretmenlerin gözlerine bakmamış olanlar bize üst perdeden akıl veremez.
20 yıldır şaibelerle gündeme gelmemiş tek bir sınav bile düzenleyemeyen bir kurumlar, bizim liyakatimizi, yeterliliğimizi ölçemez!
Sayın Bakan, bugün 1 milyona yaklaşan ataması yapılmayan arkadaşlarımız adına her yıl 100 bin arkadaşımızı asgari ücretin altında, devletin kurumlarında ücretli öğretmen adı altında, emeğini sömürdüğünüz öğretmenler adına, bugün yoksulluk sınırının altında bir ücrete mahkum ettiğiniz geleceğin mimarları adına biz öğretmenler buradan haykırıyoruz; yeterliliğiniz sıfır, o koltuktan derhal ayrılın.
Yeterlilik görmek isteyen taşrada imkansızlıklara terk edilen okullarda öğretmenin tek başına çocukların ısınma sorununu bile nasıl üstlendiğine baksın.
Yeterlilik görmek isteyen sıkış tıkış sınıflarda sınıftaki tüm çocukların bilgiyi eşit seviyede alabilmesi için çırpınan öğretmenleri görsün.
Yeterlilik görmek isteyen, öğretmenin kendi çocuklarının eğitim masrafını bile karşılayamazken öğrencileri eğitimi hakkınca alabilsin diye sorunlarını nasıl güçlü bir irade göstererek sınıf kapısının dışında bırakmaya çalıştığını görsün.
Bunların ne okullardan, ne eğitim emekçilerinden, ne yardımcı personelden, ne personelden, ne üniversite çalışanlarından haberi var!
Bunların dünyadan haberi yok!
Ama ant olsun ki sizi haberdar edeceğiz.
Onları öğretmenin iradesinden, saygınlığına bağlılığından, üretiminden ve üretimden gelen gücünden haberdar edeceğiz! Başöğretmen olduğu halde sınıfta öğretmenin önüne geçmeyecek kadar bu mesleği yücelten Atatürk’ün kurduğu bu ülkede, onun eğitim neferlerinin bu kölelik kanununu kabul etmeyeceğini göstereceğiz!
“HAKARET NİTELİĞİNDEKİ MESLEK KANUNUNA İTİRAZI ÖRGÜTLEYEN YEGANE GÜÇ OLDUK”
Eğitim-İş olarak ilk günden beri hakaret niteliğindeki bu meslek kanununa karşı itirazı örgütleyen yegane güç olduk. Olacaklara ilişkin kamuoyunu bilgilendirdik, sendikalara çağrıda bulunduk, Meclis’e gidip bizzat muhatapların yüzüne haykırdık, MEB’in telefonlarını, maillerini kilitledik ama görüyoruz ki anlamıyorlar, biz anlatmaya devam edeceğiz.
Bu meslek kanunu daha tartışılagelirken yaktığımız çoban ateşini şimdi büyütüyoruz.
Öğretmene saygı, öğretmenliğe itibar istiyoruz! Kimsenin şüphesi olmasın ki alacağız!
Bu meslek kanunu geri çekilmedikçe ya da biz eğitim emekçilerinin talepleri doğrultusunda yeniden düzenlenmedikçe, eylemlerimize son vermeyeceğiz!
“YALNIZ DEĞİLSİNİZ, KORKMAYIN EĞİTİM-İŞ VAR”
Buradan bütün meslektaşlarımıza sesleniyorum: Sizin haklarınızı, size bu kanunu ve bu rencide edici sınav mekanizmasını reva gören, Bakan’ın kulağına “sınavsız olmaz” diye fısıldayıp hemen sonra sınava hazırlama yarışına giren, sizin alın terinizi gizli masalarda iktidarın memnuniyetine satan, yani Anadolu tabiriyle kurtla avlanıp kuzuyla ağlayan sarı sendikalar savunamaz.
Bu mesleğe başlarken kurduğunuz hayalleri, hissettiğiniz gururu hatırlayın ve o hissiyatı sendika ağalarına ezdirmeyin. Gün dayanışma ve mücadele günüdür. Gün, verdiğiniz her tavizin size yeni prangalar olarak döndüğü fark etmenin ve yeter artık demenin günüdür. Gün birlik olma günüdür. Yalnız değilsiniz, Korkmayın Eğitim-İş var!
“ÖĞRETMENİN İTİBARLI OLMADIĞI BİR ÜLKEDE EĞİTİMİN DE İTİBARI OLMAZ”
Halkımıza da seslenmek istiyorum:
Bilinsin ki kara bir bulut gibi mesleğimizin üzerinde beliren bu meslek kanununun soğuk gölgesi, milli eğitim sistemimizin üzerine düşmektedir. Bu mücadele sadece öğretmenliğin onuru için değil, aynı zamanda eğitim sistemimizin iyice işlemez hale gelmesine engel olmak içindir
Öğretmenler, bugün ile yarın arasındaki en güçlü köprüdür. Bu köprüyü yıpratmak isteyenler, ülkenin yarınlarına kastetmektedir. Kendiniz ve çocuklarınız için güzel bir gelecek düşünden vazgeçmek istemiyorsanız sesimize ses verin!
Unutmayın, öğretmenin itibarlı olmadığı bir ülkede eğitimin de itibarı olmaz. Başöğretmen Atatürk’ün dediği gibi “Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır.
Sevgili meslektaşlarım; eğitimin temel öznesi tüm eğitim emekçilerine buradan bir çağrı yapıyorum; bugün sarayın arka odalarında kısık seslerle sizin emeğinizi satanlara, her bir köşede bürokrasinin ve AKP’nin önünde el pençe duranlara, bugün adeta birbiriyle sarı sendika olmak için yarışanlara artık yeter deyin, yeni eğitim öğretim yılı başladığı gün gelin sizin haklarınız için gerçekten mücadele eden Eğitim-İş’e katılın. Korkmayın, Eğitim-İş var!
Sınıfta öğretmenin önüne geçmeyen, savaş meydanında bile öğretmeni önceleyen ve “Asıl savaşımız cehalete karşı” diyen, “Geleceğin mimarı öğretmenlerdir” diyen Başöğretmenimizden, bugün en üst perdeden öğretmene “çapulcu” diyen Cumhurbaşkanına!! Sayın Cumhurbaşkanı sizin adınıza biz utanıyoruz, ve alkışlayanlar sizin adınıza da utanıyoruz.
“BİZ ÖĞRETMENE HAKARET EDENLERİ UNUTMAYACAĞIZ”
Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Bakan, bugün buradan size bir öğretmen dersi vermek istiyorum. Biz öğretmenler, sınıfımıza girdiğimizde çocuklarımızın rengine, diline, dinine, ırkına, annesine, babasına, geçmişine bakmadan, hiçbirini ayırmadan hepsini kucaklarız. Sayın Cumhurbaşkanı da halkımızın tamamının temsilcisi olarak kimseyi ayrıştırmadan, halkımıza hakaret etmeden; seçim sonralarında balkon konuşmalarında ifade ettiği gibi herkesi kucaklamalı ve halkımızın tamamına, bizlere saygı göstermelidir. Biz öğretmene hakaret edenleri unutmayacağız!
Biz öğretmenler mesleğimizin onuruna, mesleğimizin itibarına, Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetlerine, bu ülkenin her bir çocuğunun nitelikli eğitim hakkına sahip çıkmaya, anlamayanlara, anlamak istemeyenlere alanlardan ders vermeye devam edeceğiz. Yolumuz açık olsun!