Eğitim-İş tarafından düzenlenen, Muğla Yatağan’dan başlatılan ve 20 Aralık 2014 ve Kızılay Güvenpark’ta kitlesel basın açıklaması ile son bulacak olan “Laik Eğitim ve Emeğe Saygı” yürüyüşü nedeniyle toplanma yeri olan Ankara Tandoğan meydanında polisin sert müdahalesi ve göz altıları sonucu 90 arkadaşı ile birlikte yargılandığı Ankara 25. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir, “Sayın Yargıç, mahkemeyi ve salonda bulunanları selamlıyorum” diyerek savunmasına başladı.
Eğitim-İş’in kuruluş amacının Sendika Tüzüğü’nün 3/C maddesinde yazdığını, Bu maddeye göre Sendikanın amaçları içerisinde “Üyelerinin üstün sorumluluk duygusuna eğitimin gücüne dayanarak; Atatürk ‘ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını, egemenliğini, ulus ve ülke bütünlüğünü, laik düzenini, demokratikleşme ve ulusal eğitim hedefini geliştirerek korumak ve sonsuza kadar yaşatmak için elinden gelen her türlü çabayı göstermek” olduğunu belirten Veli Demir, Sendikanın Temel Değer ve ilkeleri arasında “Tüketicilerin korunması amacıyla yapılan çalışma ve mücadeleleri destekler, yolsuzluk ekonomisine taviz vermez.”hükmünün yer aldığını söyledi.
Veli Demir savunmasında:
“17 Aralık’ta Muğla Yatağan’dan başlayan “Laik Eğitim ve Emeğe Saygı” yürüyüşümüzle 2003 yılından beri bu iktidar döneminde 8 yıllık temel eğitim politikasından vazgeçilerek 4+4+4 gerici eğitim yasası ile toplumun birleştirici harcı olarak gördüğümüz Tevhid-i Tedrisat kanunu çiğnenerek, adeta okullarımızın medreseye dönüştürülmek istenmesine, sistemli bir şekilde laik eğitimin ortadan kaldırılmasına,
Yatağan termik santralinin özelleştirilmesine karşı işçilerin mücadelesine, Manisa Soma’da 301 işçimizin yanı sıra Ermenek’te onlarca işçimizi diri diri toprağın altına gömen bu iktidar döneminde uygulanmaya başlayan taşeronlaştırma, rödevans uygulamaları ile iş kazası adı altında günde yaklaşık 5 işçinin kurban gittiği iş cinayetlerinin işlenmesine ve cumhuriyet tarihimizin en büyük hırsızlığının deşifre edildiği 17-25 Aralık yolsuzluk olaylarına dikkat çekmek için başlattığımız bu eylem, geçtiğimiz yerlerde, Muğla’da, Aydın’da, İzmir’de, Manisa’da, Kuvay-ı Milliye şehri Balıkesir’de, Bursa’da, Eskişehir’de geniş ilgi görmüş; bu illerde yapılan basın açıklamaları ve yürüyüşlere yönelik hiçbir idari engelle karşılaşılmamış; hatta bizzat mülki amirlerce gereken kolaylıklar gösterilmiş; eylemimiz yöre halkı tarafından desteklenmiştir. Yatağan’dan Ankara’ya kadar hiçbir sorun yaşanmamıştır.
Eylemimize katılacak Anadolu’nun değişik yörelerinden gelecek arkadaşlarımızın en iyi bildiği Tandoğan meydanında toplanıp Kızılay Güvenpark’ta kitlesel bir basın açıklaması ile eylemi sonlandıracaktık. Bir yıl önce, 19 Ocak tarihinde de benzer şekilde aynı yolu izleyerek Tandoğan meydanından Kızılay’a kadar yürümüş basın açıklamamızı yapmıştık. Yıllardır aynı uygulamayı yapmış idarenin kolluğun herhangi bir engeli ile karşılaşmamıştık.
Ancak 20 Aralık günü demokratik ve yasal hakkımız olan herhangi bir izne tabi olmayan gerek 2911 sayılı yasa gerekse Anayasa hükümleri gereği bildirim yükümlülüğünü yerine getirerek daha önce belirttiğimiz şekilde Güvenpark’a kadar trafiği engellemeyecek şekilde yürüyerek gerekli basın açıklamasını burada yapacağımızı söyledik. Buna izin vermeyeceğini söyleyen polis şefine: ‘Sendika olarak nerede basın açıklaması yapacağımıza kolluk kuvvetlerinin karar veremeyeceğini ancak bizim karar vereceğimizi, onların bizim güvenliğimizi ve bu eylemin barışçıl bir şekilde yürütülmesi için gerekli güvenlik tedbirlerini almaları gerektiğini’ söyledim. Barışçıl demokratik eylemimize bırakın basın açıklamasını, yürüyüş bile başlamadan daha toplanma alanındayken gerekli ve yeterli duyuru ve anonslar yapılmadan faşizan denilebilecek bir şekilde müdahale edilmiştir. Tam bir polis devleti uygulamasına maruz kaldık. Toplanma alanındaki katılımcıların kaçış noktaları bile kesilerek; kitlenin üzerine yoğun tazyikli su ve biber gazı sıkılmış; oradan uzaklaşmaya çalışan insanların arkasından plastik mermiler atılmıştır. Cumhuriyetin Atatürk’ün öğretmenlerine ters kelepçe takılmıştır. Cumhuriyeti, demokrasiyi, çağdaşlığı, kardeşliği, barışı, bilimi, Atatürk’ü, emeği savunan öğretmene dayak atılmış, şiddet uygulanmış; öğretmen yerlerde sürüklenerek, yere yatırılıp kafasına basılarak göz altına alınmış, itibarsızlaştırılmıştır.
‘Mustafa Kemal’in Öğretmeniyiz’ diyen, elinde Türk bayrağı ve Atatürk’ün posterleri bulunan Cumhuriyet öğretmenleri yerlerde sürüklenmiştir. Bu vahşice saldırılara insanlık onuru dayanamamış, çevredeki esnaf ve işyerleri kapısını açarak polis şiddetinden onları korumaya çalışmış; kaçış yolları bile kapatılan öğretmenler, yakındaki ordu evi tesislerine sığınmak zorunda kalmış; orduevi görevlileri bu duruma sessiz kalmayarak polisin saldırısı karşısında Cumhuriyetin öğretmenini korumak için kapılarını açmıştır.
Cumhuriyet devrimi aynı zamanda hukuk devrimidir. Hukuk devrimimizin mimarı Mahmut Esat Bozkurt’u mezarında ters çevirecek böyle bir iddianameyi kabul etmek mümkün değildir.
Savcılık iddianamesindeki suçlamaları kabul etmiyorum. Savcı, misafirliğe giden araçları engelleyerek araç sahiplerini strese sokabileceğimizi söylüyor, bu eylemimizin toplumsal husumet yaratacağını söylüyor, bu eylemler her ne kadar barışçıl olsa da itici olduğunu söylüyor. Sayın savcıya buradan seslenmek istiyorum: Devletin öğretmenini dövmek, yerlerde sürüklemek, ters kelepçe takarak itibarsızlaştırmak, ellerindeki bayrakları ve Atatürk posterleriyle gözaltına almak normal bir uygulama mıdır?
Mücadele bayrağını devraldığımız TÖS Başkanı Fakir Baykurt’un 1969’da söylediği şu sözlerle dayakçılara seslenmek istiyorum:
Öğretmen Yalvarmaz!
Öğretmen Boyun Eğmez!
Öğretmen El Açmaz!
Öğretmen Ders Verir!
Öğretmen bu olayda da yine dersini vermiş, polisin faşizan, provokatif tavrına ve şiddetine rağmen barışçıl ve insancıl duruşunu bozmamış; hiçbir araca, hiçbir ağaca, hiçbir kamu malına en önemlisi de hiçbir insana zarar vermemiş; vakur tavrını sürdürmüştür.
Son olarak bu polis devleti anlayışı bizi bir dakika bile duraksatamaz; tam tersine, ülkemiz için, geleceğimiz için, tam bağımsız demokratik bir Türkiye için, emek için, çocuklarımız için, bilimsel, laik, demokratik, parasız eğitim için, Atatürk ve Cumhuriyet için demokratik ve meşru zeminlerde mücadelemiz devam edecektir.
Tamamen Anayasa hükümleri ve uluslar arası sözleşmelerle güvence altına alınan barışçıl ve demokratik bir eylem olan kitlesel basın açıklaması eylememizin suç olmadığı; aksine anayasal bir hak olduğu, asıl suçun şiddet uygulayan ve uygulatan kamu görevlilerince işlendiği açıktır.
Bu davadan beraat edeceğimizi düşünüyorum. Aksi olur ceza alırsak da bu bizim için ödül, apolet olacaktır. Verilen ceza mücadelemiz karşısında bizi yücelten bir anı olarak çocuklarımıza miras kalacaktır.
Bu nedenle mahkemenizce tarafıma sorulan ‘Hükmün Açıklanmasın Geri Bırakılmasını’ kabul etmiyorum. Çünkü bunun üzerimde bir vesayet teşkil edeceğini, bu vesayetle sendikacılık yapamayacağımı düşünüyorum. İddia edildiği gibi ortada tarafımızdan işlenmiş bir suç yoktur. Beraatimizi talep ediyorum.”