Eğitim-İş olarak, 17 Şubat 2016 tarihli Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları” hakkında işlem yapılacağı belirtilen Başbakanlık genelgesinin yürütmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay’da dava açtık.
17.02.2015 tarih 29627 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2016 /4 sayılı “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında” Konulu Başbakanlık Genelgesi’nde :
“Kamu çalışanları, kanunun suç saydığı eylemleri işlemek amacıyla kurulan örgüt ve yapılarla hiçbir şekilde ilişki içine giremez; bu yönde faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamaz ya da bunlara yardım ve yataklık edemezler.” denildikten sonra bir alt paragrafta da: “Kamu çalışanları, ilgili mevzuatında belirtilen esaslar çerçevesinde yalnız hiyerarşik amirleri tarafından verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü olup bu görevlerin ilgili mevzuata göre yürütülmesinden yalnız amirlerine karşı sorumludurlar. Amirler ise maiyetlerinde çalışanların görevlerine Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilip getirilmediğini takip ve kontrol etmekle yükümlüdürler.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Ülkemizin belirli bölgesinde yoğunlaşan terör faaliyetleri nedeniyle hassas bir dönemden geçtiğimiz doğrudur. Bugünlerde bazı kamu görevlilerinin terör örgütü ile ilişki içerisinde bulunduğu bahanesi ile yukarıda alıntıladığımız ifadelerden de anlaşılacağı üzere bu genelge nedeniyle durumdan vazife çıkaracak amir konumundaki kamu görevlilerinin, maiyetindeki diğer personel üzerinde baskı oluşturması, yerli yersiz suçlamalarda bulunması; hatta onları suçlu ilan etmesi bile mümkün gözükmektedir.
Meşru ve haklı zeminde yapılan sendikal bir eylem; bir toplantı, bir dernek faaliyeti kolaylıkla bu amirler tarafından suç sayılabilecek; amiyane tabirle kamusal alanda bu bir “cadı avı”na dönüştürülebilecektir.
“Hiyerarşik amirlerin” verdikleri görevlerin mevzuata uygun olup olmadığı kim tarafından nasıl denetlenecektir? Bu görevin Anayasa’ya ve kanunlara uygunluğu emri alan memur tarafından nasıl anlaşılacaktır? Zaten ceza hukukunda, suç sayılan emri yerine getiren memurun sorumluluktan kurtulamayacağı dikkate alınırsa; bu durumda konusu suç olan bir emri alan memur, bunu yerine getirmezse, amiri tarafından rahatlıkla terörle ilişkilendirilip konjonktüre göre bu genelge kapsamında sorumlu sayılabilecektir.
Kanunun suç saydığı bir faaliyette bulunan memurun adli ve idari yönden soruşturulup kovuşturulacağı açıktır. Buna ilişkin herhangi bir onay veya izine gerek yoktur. Amirin tespit ettiği suçu, bu suçu işleyen memuru, gerekli yerlere bildirme yükümlülüğü olduğu; bunu gizlemesi ya da örtbas etmesinin ayrı bir suçu oluşturduğu ceza hükümleriyle zaten yaptırım altına alınmıştır.
“Kanunun suç saydığı bir derneğe katılamaz” ifadesi de anlamsızdır. Eğer dernek gayri yasal olarak kurulmuş ve yine yasadışı faaliyetlerde bulunuyorsa mevcut mevzuat hükümlerinde bunun karşılığı yaptırımlar vardır.
Diğer taraftan genelgede yer alan “legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran” ifadesi de her türlü yoruma açık muğlak ifadelerdir.
Bu ifadelerle bir amir maiyetinde çalışan kamu personelinin “makul şüpheli” olduğuna karar verecek, haksız ve mesnetsiz suçlamalarda bulunabilecektir.
Söz gelimi Türkiye’nin herhangi bir yerinde yapılmakta olan HES ile ilgili gayet haklı, hukuka uygun faaliyette bulunan çevreci bir derneğin protesto eylemine destek veren bir kamu çalışanının faaliyeti, bu durumda terör faaliyeti kapsamında mütalaa edilip bu memur amiri tarafından suçlanarak yasal işlemlere muhatap tutulabilecektir.
Bu genelge, ucu açık muğlak ifadeleri ve tartışılır hükümleriyle; özellikle yasalarca zaten suç niteliğindeki faaliyetleri sanki yeni bir suç oluşumu gibi göstererek iktidara yakın yöneticiler nezdinde yeni suçların oluşmasına zemin hazırlayacak mahiyettedir.
AKP iktidarı terörle mücadelede başarısızlığını, özellikle teröre örgütüyle “çözüm süreci” adı altında girdiği çıkmazdaki hatalarını yok sayarak bugünkü ağır yapının sorumluluğunu kamu çalışanlarına yükleyemez, genelgelerle üzerini örtemez.
Suç işleyen, teröre destek veren bu faaliyetlerde bulunan kamu görevlileri varsa bunları bulup çıkarmak ve gerekli yaptırımları uygulamak başta yargı olmak üzere devletin zaten görevidir. Ancak bu türden genelgelerle kamu çalışanları üzerinde baskı oluşturmaya çalışmak kamu görevlilerinin demokratik hak ve özgürlüklerini yok etmeye kalkışmak, haklı ve meşru zemindeki hak arama yollarını engellemeye kalkışmak haklı görülemez.
Eğitim-İş, bölücü terör başta olmak üzere, nereden gelirse gelsin her türlü teröre karşıdır. Ancak ülkemizde terörün bir an önce bitirilmesini desteklemekle birlikte, terörle mücadelenin temel hak ve özgürlükleri yok ederek yürütülemeyeceğini düşünmekteyiz. Aksine demokratik hak ve özgürlükler daha da genişletilerek toplumda birlik ve dayanışma duygusu güçlendirilerek ve hukuka bağlı kalınarak terörün toplumdaki etkisi yok edilebilir.
Mustafa Kemal’in “Kurtuluş Savaşını” ve bu savaşta düşmanla işbirliği yapan içerideki gerici ve bölücü unsurlara karşı mücadeleyi, yeni açılan ve her konunun serbestçe tartışılarak karara bağlandığı bir Meclis ile yürüttüğünü hatırlatarak; Anayasa’mızda ifadesini bulan laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde anayasal temel hak ve özgürlüklerin faşist baskıcı uygulamalarla engellenmesine karşı olduğumuzu bir kez daha vurgulamakta yarar görüyoruz. Başbakanlık genelgesinin bu yönleriyle hukuka aykırı uygulamalara zemin hazırlayabileceği, yeni suç ve suçlular yaratılarak toplumda ayrı bir kaosa yol açabileceği düşüncesiyle konunun hassasiyetle takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.